Spor Haberleri

Köşe Yazıları

6 Haziran 2015 Cumartesi

Koruncuk Vakfı ve Yaşamın Tesadüfleri


Koruncuk Vakfı korunmaya muhtaç çocuklar için faaliyet gösteren bir vakıf… Vakıfla ilk tanışmam 2005 yılının Haziran ayında oldu. Tesadüftü. Askerden geldikten sonra askerlik arkadaşımla buluşup Bolluca Çocuk Köyü’ne gitmiştik. Bir sivil toplum örgütünde çalışan arkadaşım aynı zamanda Koruncuk gönüllüsüydü.
Oraya giderken bir incik boncuk alışverişi yapmıştık. Ağırlıkta küpe yapacak malzemeler aldık. Çocukların yanına gidip onlarla takı yapacak, onlara takı yapmayı öğretecektik. Ben atladım tabii. Bildiğim yerden çıktığında affetmiyorum.
Bolluca’ya vardığımızda çocuklarla hemen kaynaştık. Arkadaşım daha fazla alışık olduğundan onun önderliğini kabul etmiştim. Ama kısa sürede çocuklardan oluşan bir kolonim oluştu. Bol bol küpe yapıp çocuklara hediye ediyordum, onların yapmasına yardım ediyordum.
Hayatımın en keyifli ve anlamlı günü bittiğinde hayatım boyunca unutamayacağım bir anıya dönüşmüştü.
Bolluca Çocuk Köyü ve Koruncuk Vakfı’yla ilgili bugüne kadar bir daha hiçbir faaliyetim olmadı. Ancak yıllar sonra bir arkadaşımın doğum gününde ona hediye olarak vermek için yeniden takı yapmaya başladım. Geçtiğimiz Nisan ayıydı. Elimi yeniden sürünce buna devam etmeye karar verdim. Bol miktarda bileklik üretmeye başladım.
Takı tasarımı işinde henüz bir ay geçmişti ki Koruncuk Vakfı’nın 50 TL’den fazla bağış yapan bağışçılara sertifikayla birlikte bileklik göndereceğini öğrendim. Bildiğim yerden çıktığında affetmediğimden hemen atladım tabii.
Kampanyanın sahibi Çelik Erdoğan’ın şu mailiyle başladı her şey.
“Bu yıl 14 Haziran 2015 Pazar günü özel izinleri alınmış bir organizasyon ile Edirne merkezden başlayıp, sınırı geçerek Yunanistan’ın bize komşu ilk yerleşim birimi olan Kastanies’e kadar koşacağım. Orada Türk Yunan Dostluk Derneği tarafından karşılanacak ve yeniden Türkiye’ye dönerek başlangıç noktam olan Selimiye Camii önünde koşumu tamamlayacağım.
Bu koşumu İstanbul Bolluca köyünde bulunan Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’na adıyorum.
Vakfın bir çocuk köyü konumunda yer alan çalışmalarına bağışlarınız da, benim bu çabalarıma ortak olmanız, destek vermeniz anlamına gelecektir.”
Velhasıl durum şu… 10 yıl önce yüzlerine, hayatlarına, kalplerine dokunduğum o çocuklar büyüdü. Onların kardeşlerinin de yüzlerine, hayatlarına, kalplerine dokunmaya bir şekilde devam ediyorum. O koşunun vesile olacağı bağışların sahiplerine benim bilekliklerim gönderiliyor.
Hayat beni hiç çaba sarf etmeden iyiliğe vesile olmaya itiyor. İyi ki itiyor.
Bolluca Çocuk Köyü’nün bazı ihtiyaçları var elbet. Bağış yapmak ya da ayni destek olmak isterseniz internet adresinden iletişime geçebilir ya da hesap numaralarına bağış yapabilirsiniz.
Bağış yapmak isteyenler bu kampanyanın sonuçlarını görmemiz açısından yapılması gereken şu. Bağışın açıklama bölümüne AA/CERD/kendi ad soyadlarını yazmalılar.
Gördünüz mü? Nereden nereye… Sevgiyle tasarladığım bileklikler sevgiye hizmet ediyor yine…

4 Haziran 2015 Perşembe

Kimliksizleşen İstanbul ve Yeni Vapurlar

2006 yılında İstanbul halkına sorularak yeni modelleri yaptırılan Şehir Hatları vapurları, bu kez sorgusuz sualsiz karşımıza çıkıverdi. Türk mühendislerin tasarladığı, Yalova’da üretilen feribot benzeri yeni vapur hayal kırıklığı yarattı.

Bu hayal kırıklığının tek sebebi vapurlar hakkında halkın görüşü alınmaması değil elbet… Yeni vapurlar İstanbul’un kimliğini yansıtan o eski vapurların yaşanabilir ortamından çok uzak… İnsanların birbirine yüzlerini döndüğü o sıcak vapurların yerini yaşamın alelacele keşmekeşinin yansıdığı soğuk vapurlar almış.

5 Şubat’ta İstanbul Şehir Hatları’na 10 yeni vapur katacaklarını açıklayan Topbaş, bunların modelinin hazır olduğunu belirtirken, vapurların hangi renk olacağının halk oylamasıyla kararlaştırılacağını ifade etmişti. Ancak modeli sorulmadığı gibi rengi de sorulmadı.

Göksu, Durusu ve Küçüksu isimli vapurlar bu törenin ardından Eminönü-Kadıköy hattında hizmet vermeye başladı. Yalova’daki Özata Tersanesi’nde imal edilen, Türk mühendislerin tasarladığı ve tanesi 3 milyon 373 bin 500 Euro’ya mal olan gemilerin eski vapurlara nazaran estetik kaygı ve İstanbul’un keyfini çıkarma önceliği yok. Yukarıda bir yerlerde de söylemeye çalıştığım gibi İstanbul’da yaşıyor olmanın güzelliğini unutturan, kültürden ve keyiften uzak bir hizmetle karşı karşıyayız.

Şimdi bu yazıyı okuyan nöbetçi iktidar severler, her şeyi eleştirdiğimi, nankörlük ettiğimi söyleyecektir. Ama İstanbul gibi bir şehre hizmet vermenin kültürel birikim, İstanbul ruhuna sahip olmakla mümkün olduğunu canınızı sıkma pahasına söylemek zorundayım.

Bu vapurlar kentsel dönüşümle can çekişen kent kültürünün son birkaç kalesinden biriydi. O vapurlar kente ait fotoğraflarda, kentte geçen filmlerde vardı. Eskimiş olmaları onların hem estetik hem de konforlu tasarımını unutturmayı gerektirmiyor. Madem bizim çok kabiliyetli tasarımcılarımız var, İstanbul ruhuna uygun ve eskisini yeniden hayata döndüren bir tasarım yapsaydılar ya?

Evet… Yazının bu aşamasında nöbetçi iktidar severler coşup “sana mı soracaklar, haddini bil” noktasına çoktan gelmiştir. Ben de diyorum ki elbette bana sormayacaklar. Kimseye sormadan bunu biliyor olmak gibi bir yükümlülükleri var. İstanbul gibi bir şehri yönetip de bu kadar yılda bunu öğrenemedilerse bir değişiklik de o koltuklarda olmalı…

Örneğin Beyoğlu gibi İstanbul’un eğlence, kültür, sanat merkezi bir ilçeyi tamamen alışveriş odaklı hale getirmeyi hedefleyen kentsel dönüşüm de kimliksiz bir kent yaratma çabası…

Peki, ne istiyor bu adamlar kentin kimliğinden? Ne istiyor bu adamlar kültürden? Ne istiyor bu adamlar zaten birkaç tane kalmış yaşamaya sebep keyifli zamanlarımızdan?

Evet… Şimdi benim ve benim gibi düşünen insanların ne kadar nankör olduğunu rahatlıkla söylemeye başlamıştır kimileri. Hem de yerli malına tu kaka yapmakla da suçlayabilirler. Zaten bu eleştirilere bu yönden bakıyorsanız yaşadığınız kentle ilgili kültürel bir derinliğiniz yok demektir.