Spor Haberleri

Köşe Yazıları

29 Nisan 2016 Cuma

Dam Üstüne Çul Serer

Evet canım okuyucu... Şimdi dinleyici moduna geçebilirsin. Çünkü beni tanıyan bilir. Azıcık da dinlenen bir yanım vardır. Şimdi trompeti bir kenara bırakıp sevdiğim bir türküyü dillendireyim dedim. Sevgili emek dostum Jehat Hekimoğlu'yla Ev Yapımı İşler prodüksiyonu çıkarıverdik ortaya. Benim sesim, Jehat'ın gitarı derken ortaya bu çıktı. Bir bakıverin. Beğenirseniz de paylaşıverin. Ne güzel olur :)



4 Nisan 2016 Pazartesi

Sosyal Ağhhh!

Sosyal medyada olduğumdan başka biri gibi görünmektense olduğum her şeyi ortaya koymayı tercih ediyorum. Müzisyenim ve bu kimliğim orada olmalı… Takı tasarımcısıyım. O da yerini almalı… Altyazı çevirmeniyim, blog yazarıyım. Amatör olarak da karikatür çizerim. Bunların hepsi orada olmalı…

Oysaki sosyal ağlarda durum böyle değil… Herkes felsefeci… Herkes edebiyatçı… Büyük laf söyleme yarışı… Fenomen olacağım diye bir kasılmalar…

Başımıza bir ara Sedat Peker ‘aforizmaları’ çıkmıştı. Gereksizliği anlamından daha fazla bu sözler, ergen ve ergen kalmış çok sayıda yetişkin için bir ‘felsefe’ kaynağı oldu. Hep kendini övme, kendini yüceltme… “Bildiğim tek şey, hiçbir şey bilmediğimdir” gibi sözler varken, “ben var ya işte böyle bir kral adamım” neticeli sözler söyleme furyası… Eskiden de hatırlıyorum, “unutma unutulanlar unutanları asla unutmazlar” gibi bir söz vardı anlamı uzunluğunda saklı… Bunun gibi sözler hala söyleniyor.

Dışarıdaki her yaştan insan güruhu da işte aralarında böyle anlaşıyor. Sosyal ağlar ise bunların en çetin savaş alanları…

Bir kere kimse olduğu gibi değil… Yani herkes aslında dünyaca ünlü bilim insanıymış, felsefecisiymiş, edebiyatçısıymış da hakları yenmiş, sosyal ağlarda hesap soruyorlar. Buradan gerçeği söylüyorum. Paylaşımlarınıza bakıyorum da aslında o kadar da büyütmeyin kendinizi… Hatta başa 
dönüp yeniden yetiştirin. Durumunuz vahim…

Böyle demeyi istemezdim. Ama artık ortam o kadar kötü gibi bunu kendi sağlığım için söylemek zorundayım.

Dahası biraz daha eli yüzü düzgünler bile tuhaf… Örneğin güya bir şairin şiirini paylaşacak. Şairin öyle şiiri yok. Yalan haberlerin yayılmasına sebep olan ‘duyarlı’ insanlar da ayrı bir mesele…


Toplumun halini anlamak ve güzel bir sonuç çıkarmak için sokak sokak dolaşıp araştırma yapmaya gerek yok. Sosyal medya ve televizyonlar bunun için en ideal laboratuvarlardan ikisi… Hatta sadece bu ikisi… Acun Ilıcalı programları, evlilik programlar ve TV dizileri… Sonra aç Facebook’u en yakınının paylaşımına bak. Başını avuçlarının arasına al. Ve içine içine bir çığlık at. Sosyal Ağhhhh!

27 Ocak 2016 Çarşamba

Bağdat Caddesi'nin Marka Değerini Düşüren Tecavüz



Son tecavüz vakası da İstanbul'un göbeğinde, Bağdat Caddesi'nde yaşandı. Tabii ki yurdumun 'analizcileri' hemen çıkıverdi ortaya. Gecenin üçünde orada işi neymiş! Kadını suçlamak için tüm hastalıklı ifadeler ortaya atılıverdi.

Gün boyunca çok sayı da yorum okudum. Bu yazı da aslında o yorumların toparlanılmaya çalışılmış haline benzeyecek. Çünkü aklı ve vicdanı olan herkesin söyleyebileceği şeyler... Yeni bir şey söylemeye çalışmanın faydası yok. Mevcut söylenenenleri kafalara çakmak için, bazı şeyleri hatırlatmaya, bağırmaya devam etmek gerek...

Geçen gece tecavüze uğrayan genç kadın, en az Özgecan kadar masumdu. Dışarıda olduğu saat, senin toplum olarak uygun gördüğün saat olmayabilir. Üzgünüm, ama bunu belirlemek de senin haddin değil... Tecavüz, tecavüzdür. Mahkemeler için 'hafifletici neden' toplamaya çalışarak yaptığın şey, sadece o tecavüzcünün avukatlığını yapmaktır.

Güya, zekice bir soru sormuş gibi, bu konuda bir anket yayınlayarak sosyal medyada tepki çeken Twitter kullanıcı var ya bir de, akıllara zarar.

Zaten bizzat bu ülkeyi yönetenlerin kadınlara bakışı neyse, tecavüze uğrayan kadınla ilgili onları seçenlerin tutumu da o olacak. Ne bekliyorduk ki. Toplumun sorduğu bu hastalıklı sorulardan geçen tek erkek şiddeti mağduru Özgecan'dı. Ama tecavüzcü kafayı da besleyen ne yazık ki o sorular...

Bir kadın, istediği saatte, istediği yere gider, istediği yerden döner. İsterse alkol alır, isterse kımız içer. Sana ne? Ona ne? Bana ne? Ama o kadının başına bir şey geldiğinde eli bıçaklı saldırganın, orada, o saatte elinde bıçağıyla ne işi olduğunu sorgulamadan, direkt kadına saldırmak toplumun vazgeçemediği bir eğilim haline geldi.

Tıpkı Doğuda çocuklar öldürülürken öleni sorguluyorsa, tecavüze uğrayan kadını da sorguluyor. Tecavüzcüyü sorgulamadan önce kadının o saatte dışarıda olmasının bir 'davet' olduğu izlenimine kapılıyor. Berkin'in ekmek almaya gitmediğini iddia edip bunu kanıtlamaya çalışanlar da aynı insanlar....

Görüldüğü üzere bu aslında sadece erkek şiddeti değil. Bu başlı başına, kocaman bir ŞİDDET! Toplumun iliklerine kadar sızmış, damarlarında akan şiddet... Çocuğa, kadına, hayvana, ötekine... Gücü yettiğine karşı şiddet uygulamaya meyilli, potansiyel bir saldırgan olarak, hepsi içimizden biri... Belki de yarından tezi yok, hepimiz tedavi olmaya başlamalıyız.

Bir dipnot olarak bahsetmek de gerek... Kadıköy Belediyesi eski başkanı Selami Öztürk'ün attığı tweet de çok konuşulur. Diyor ki olay Bağdat Caddesi'nde değil Bostancı'nın ara sokaklarında oldu. Marka değeri olan caddeyi harcamamız gerekiyormuş. Kimisi de işte bunun derdinde!

2 Ocak 2016 Cumartesi

Son Öpücük İlk Dans

Adam o an kollarının arasındaki kadına baktı. Romantik bir dans, soğuk bir gece... Konuşacak çok şey olduğu halde sessiz kalmak... Dil tutulması, akıl durması, kalp çarpıntısı...

“Güzelsin” dedi. Yutkundu. Kadın Başını yaklaştırdı. Anlamamıştı. Kulağına eğildi adam. “Çok güzelsin” dedi tek nefesle. Sanki son nefesini vermişti. Ve nasıl oldu da oldu, anlamadı. Kadının bembeyaz boynuna küçük bir öpücük kondurdu. Hiçbir şey o kadar güzel kokamazdı. Hiçbir sıcaklık o kadar yakamazdı.

Kadın bu yakınlaşmadan rahatsız oldu bir an. Hatta çok rahatsız oldu. O ana kadar olam tüm sarılmalar, tüm gülüşmeler aniden kesilmişti. Gece inmişti gözlere.

Bir öpücük de kadının dudakları için hazırlanıyordu adamın titreyen ağzında. Hatta sadece öpücük değil, tüm bedeni eşsiz bir buluşma için hazırdı. Dudaklarını yaklaştırdı. Dudaklar birbirine değdi. Kendilerini bıraksalar sonsuza kadar tek vücut olabilirlerdi.

Oturmak istiyorum dedi, kadın. Dans etmek istemiyordu. Artık. Hatta ondan uzakta kalmak, hatta bir daha hiç karşılaşmamak istiyordu. “Oturmak istiyorum” dediğinde, aslında bir nevi “git başımdan” demek istemişti.

Ve gece simsiyah kapandı.  Gözlerinin önünde belki de hayatının en güzel zamanını yaşayacakken sırf kendi sabırsızlığına yenik düşmüştü. Konuşacak, kendini anlatacak zamanı harcamıştı. Evet... Ama zamanımız darken sevmek için sadece öpücükler ve bakışlar yetmeliydi sayfalarca cümlelik aşk tariflerine. Oysa şimdi o suçluydu. Sesler kesilmişti. Gece onu sorguya çekiyordu. Üzerine tutulan loş bir ışıkla saçlarını çekerek sorguluyordu gece. Sol yanını yumrukluyordu. Ve havada asılı kalan öpücük bile aleyhine tanıklık ediyordu.

O suda narin bir nilüfer çiçeğiydi. Zarar vermişti. Elleriyle, gözleriyle...

Suçluydu. Evet. Ama pişman değildi.

Konuşarak değil, bakarak, öperek anlatabilirdi her şeyi. Ama olmadı. Anlatamadı. Belki de yanlış bir şey anlattı. Gitti kadın. Ve gece simsiyah kapandı.