Önsöz
"Okuyacağınız bu yazıdan dolayı bana açılan hakaret davasını kaybetmiştim. 26 Mart'ta ise tazminat davası görülecek. Yazımın tamamı bu... Ancak dava açılmasına sebep olan ifadeler yok. Direk olarak şahsa yönelik olmayan bu ifadelerin şahsa yönelik olduğu konusunda mahkemeyi ikna eden avukatları kutlamak gerek..."
Sosyal medyayı takip edenler
bilirler. Adnan Oktar’ın –nam-ı diğer Adnan Hoca’nın bir televizyon programında
etrafındaki kadınlarla gerçekleştirdiği ‘sevgi’ sağanağı gösterisi sosyal medya
kanallarında çokça paylaşılıyor aylardır.
Adnan Oktar başı kapalı ve
açıklardan oluşan küçük bir kadın topluluğuna sırayla şu soruyu soruyor. “Beni
seviyor musun?” “Seviyorum” cevabını alıp tatmin olmayarak, “ne kadar
seviyorsun?” diye yeni bir soru daha soruyor. Kadınlar, sırayla sevgilerini
tarif edemeyeceklerini, bu sevginin kelimelerle ifade edilemeyeceğini dile
getiriyor. Adnan Oktar, “maşallah!” diye karşılık verip Allah sevgisinin
kendisine tecellisini vurguluyor ve ekliyor. “Yobaz ve münafıklar buna
dayanamayacak.” Şimdi ben de dayanamadım. Yobaz mıyım, münafık mıyım,
bilemedim. Olayı öncelikle bir televizyon şovu olarak değerlendirsem de altında
önemli bir toplumsal gerçeğin yatabileceğini düşünmeye başladım. Aslında burada
gördüğümüz abartılı da olsa bir gerçeğin yansıması olabilir mi?
Öncelikle belirtmeliyim ki bu tip videoların
sosyal medyada dolaşması, ‘zat-ı şahanelerin’ gereksiz yere ilgi görüp, gündeme
oturmasına neden olabilir. Ancak yukarıdaki paragrafın sonunda da belirttiğim
gibi bunu sadece bir eğlencelik olarak değerlendirmediğimizde birtakım çıkarımlara
varabiliyoruz. Bunlardan en önemlisi, muhafazakâr toplumumuzda özellikle kadına
yönelik olan cinsel baskılardır. Bu cinsel baskılar, kadının cinselliğini
tanımaması, saf bir aşk hayatının dahi kadına yasaklanması olarak
özetlenebilir. Bu baskılar, özellikle muhafazakâr ailelerin başı kapalı
kızlarında sevgiye açlık olarak yansımaktadır. Bununla ilgili çok fazla canlı
örneğe şahit oldum.
Herkesin hatırlayacağı bir örnek
vereyim. Yıllar önce haber bültenlerine yansımış “tarikat şeyhi aşkları
kuşağında” da görüldüğü gibi bu baskılara maruz kalmış kadınlar, ‘Allah
tarafından özel mülakatla seçildiğine inandığı adamlara’ bastırılan sevgi
duygusunu ve cinselliği yöneltmeyi tercih ediyor. Normal bir kadın - erkek
ilişkisini ahlaklı bulmadığı için, böyle bir adama aşkı meşru görüyor. Bu durum
ise aşka susamış kadınların bu mahrumiyetinden faydalanan şarlatanlara yarıyor
elbette. Yine baktığınızda bu şarlatanların zenginlik içinde yaşadığına da
tanık oluyoruz. Zenginliklerinin Allah’ın onlara sunduğu ödüller olarak
görenlerin sayısı da az değil… “Demek ki Allah tarafından seçilmiş” inancının
doğmasının önemli bir göstergesi bu zenginlik.
Şimdi gelelim neden bir şeyhe
özlem ve ilgi duyulduğuna. İnsanlar görmedikleri Allah’a inanıp, tanımadıkları
peygamberlerine sevgi gösterirken, eksik kaldığını düşündükleri kısımları,
inandıkları tüm değerlerin yansıması olarak gördükleri kişilere sevgi duyarak
tamamlamaya çalışıyorlar. Demek ki Allah aşkı denen kavram yeterli olamıyor.
Hep, O’nun yansıması bir kişi arama gayretine düşüyorlar. Adnan Oktar bu
kişilerden biri… Ama bir tek o yok maalesef. Bütün bu arayışların en büyük
sebebi ise, aslında inançtaki yetersizlik olabilir. Ama ben inançları
sorgulamaktan ziyade, bunun toplumda baş göstermesinin sebeplerini irdelemekten
yanayım.
Yine de son noktayı koymadan
belirtmekte fayda var. Bu bir televizyon şovu elbette…
Dinin bir rant aracı haline
geldiğini, cinci hocaların, muskacıların ve ‘şifacı’ hocaların, doktorlardan ve
öğretmenlerden ve hatta bilim adamlarından daha üstün görüldüğünü gördüğümüzde
sorun acaba dinde mi, yoksa toplumda mı, sorusunu sormadan edemiyoruz.