Spor Haberleri

Köşe Yazıları

6 Eylül 2015 Pazar

Blog yazarı iş arıyor!



Övünmek gibi olmasın. Pek çok iş hakkında yetkinliğim var. Müzisyenim, takı tasarımcısıyım, blog yazarıyım, amatör aşçıyım, amatör karikatüristim, web sayfası editörüyüm.

Bu konuda yıllarca mütevazi olacağım diye bir suskunluğa gark oldum. Sanki bunları yaptığımı söylersem hava atıyorum sanacaklardı. İşte o yüzden alabildiğine gizledim kendimi. Müzik ise işim olduğundan sadece müzisyen kimliğimle anıldım.

Bir iktisat mezunu olarak elbette kısa kariyer tarihim içinde kimi sektörlerde bazı işler de yer aldı. Ancak yapmayı planladığım şey bir süredir gizlemekten vazgeçtiğim, artık iyi yaptığımı söylemekten de çekinmediğim işlerle ilgili… Bir yazma çizme serüveni geçirdim. Halen de geçiriyorum. Yemek tariflerinden, politik yazılara kadar geniş bir yelpazede her konsepte uygun blog sayfaları açarak yazdım. Takılarımı ve tasarımlarımı tanıtıp satış ağı yakalamak için farklı bloglar açtım. Sosyal paylaşım sitelerini oldukça etkin bir şekilde kullanıyorum.
Ayrıca bütün bunları çok büyük bir keyifle yapıyorum.

Derler ki ya sevdiğin işi yap, ya yaptığın işi sev… Benim en büyük avantajım, müzik ve sosyal medya işleri hakkında önce keyif almayı önceliğe koymaktı. Sonrasında para kazanmak daha da kolaylaşıyor.
Müzikteki bu gelişimi, sosyal medyada da sürdüreceğime inanıyorum. Ve evet sevgili okuyucu… Belki de bazınız okuyucudan fazlası yani bir işverensiniz. Hadi bekliyorum.

Doğan Özcan

28 Ağustos 2015 Cuma

"Buyur Burdan Bak" televizyonun yeni soluğu

Kısa bir süre önce Kanal D’de “Buyur Burdan Bak” isimli yeni bir program başladı. Doğaçlama komedi gösterilerinden oluşuyor. Televizyonda uzunca bir süre yüksek reytingler almış ve bu seyri yeni sezonda da göstermesi beklenen “Güldür Güldür” programından oldukça farklı bir komedi bu... Güldür Güldür iyi bir yazar kadrosu tarafından üretilen skeçlerin çok iyi bir şekilde oynanması sonucu bizleri güldürüyor. Ancak Buyur Buradan Bak bir metne dayalı değil… Orada her an her şey olabilir.

Programda bazı etaplar var. Doğaçlama ama bilinçli bir doğaçlama var programda. Bu da bu etaplar sayesinde sağlanıyor. Oyuncular özellikle leb demeden leblebi deme özelliği olan kişilerden seçilmiş. Hepsi birbirinden farklı, komik ve tatlı oyuncular…

Komik bir sürü şey izliyoruz televizyonda. Ama burada beklenmedik komik anlara tanıklık ediyorsunuz. O yüzden bir kahkahanız sizin için de ilginç bir sürpriz olabiliyor. Bir skeç izlediğinizde bir sonraki repliği ve espriyi tahmin ettiğiniz olabilir. Ama burada bir tahmin yapma şansınız yok. Sizi her an sürprizlerle tanıştıracak olması da izlemeyi daha heyecanlı hale getiriyor.

Sahnedeki insanın eğlendiğini gördüğünüzde bu enerji size de geçer. Bu samimiyet de bu programın içindeki herkesin içselleştirdiği bir şey… Bu kendini belli ediyor.

Daha önce pek çok kez denenen doğaçlama komedi programları arasında en uzun soluklusu Anında Görüntü programı olmuştu. Mahşer-i Cümbüş isimli bir tiyatro topluluğunun televizyon projesiydi. Güldürdü. Ama devamlılık konusunda çok istikrarlı olamadı.  Bir karşılaştırma yapmak gerekirse “Buyur Buradan Bak” daha dinamik ve daha komik…

Hatta komik olmadıklarında bile bunu komik hale getirerek durumu kurtarabiliyorlar. Doğaçlama komedinin hakkını veriyorlar.

En kötü performansın sahibi ceza alıyor. Kimse ‘en kötü’ olmasından dolayı bir sıkıntı yaşamıyor. Egolarını bir kenara bırakarak bir araya gelen insanların başarılı bir ekip olacağının canlı kanıtı bu…

Gelelim Doğa Rutkay’ın sunumuna… Beğendim. İlk günkü heyecanı çok çabuk üzerinden attı. Sadece o mu? İlk bölümde tüm oyuncuların da heyecanlı olduğu her hallerinden belliydi. Hızlı bir şekilde özellikle ikinci bölümden sonra tam da beklediğim gibi daha çok güldürmeye daha çok eğlendirmeye başladı.

Gülümsemeye çok ihtiyacımız olduğunu biliyorsunuz. Bu program günlük gülümseme ihtiyacınızdan fazlasını hatta haftalık kahkaha limitinizi zorlamayı hedefliyor. Doğa Rutkay’ı programın oyuncularını ve uygulayıcı yapımcısı Kübra Doğan’ı yönetmeni Ebru Yalçın’ı, editörleri Murat Eken ve Umut Kurt’u ayrı ayrı tebrik etmek gerek…

Uyarı: Çenenize kramp girmesi gibi bir sorununuz varsa daha az izleyin. Zira gülerken çenenizi kapasitesinin üstünde zorlayacaksınız.

Şaka şaka… İzleyin. Bu kadar komik bir programı bu kadar ciddi sözlerle anlattım ya helal olsun. Yukarıdaki esprimsi uyarıyı saymazsak…

Haydi bakalım… Buyur Burdan Bak. (Çok klişe bir son oldu)
Dibine not: Yazar burada bu kadar komik bir program hakkında yazı yazmanın zorlukları üzerine başka bir makaleye girmeden yazıyı bitirmek istiyor.

26 Ağustos 2015 Çarşamba

Şile Kalesi, Sünger Bob ve Meselelerin Popülerleşmesi

Sosyal medyanın yeni bir geyik konusu var. Şile Kalesi’nin nam-ı diğer Ocaklı Ada’nın restorasyon sonucu geldiği hal konuşuluyor. Şile Belediyesi’nin ihalesini Bekiroğlu İnşaat’a verdiği bu restorasyon tarihi eserin bütünlüğünü alt üst etmiş.

Ben iki yıl önce bu konuda bir yazı yazıp daha en başındayken dikkat çekmeye çalışmıştım. Ancak o zamanlar bu çabam sonuç veremedi tabii ki. Ancak bugün o yazdığım yazı yeniden okunmaya başladı. Google’da aranan bir konu başlığı olunca benim yazı da kendi kişisel blogumda okunma trendini arttırdı.

Aslında bahsetmek istediğim de bu. Ancak yine önce konunun güncel haliyle ilgili biraz konuşmak istiyorum. Şile Belediyesi uzunca bir süredir o restorasyon için çalışıyor. Emeğe haksızlık etmek istemiyorum. Ama emekten daha önemlisi Şile’nin tamamlayıcısı olan bir simgenin geldiği bu hal… Bunu konuşmak gerek… Ama bu AKP’li belediyelerin ilk vukuatı değil… Pek çok restorasyon benzer şekilde yapılmaya devam ediyor.

Ocaklı Ada’nın bir Şileli olarak benim için de önemi büyük… Pek çok anımda orası vardır. Pek çok fotoğrafımda da… Ama artık fotoğrafı çekilecek gibi değil… Şirketin emeğinden daha önemli bir şey bu…
Şimdi gelelim bu yazımda bahsetmek istediğim, başlıkta da ipucunu verdiğim konuya… Meselelerin popülerleşmesi…

İki yıl önce kimsenin umurunda değilken o restorasyonun sonuçları hakkında kimi öngörülerim olmuştu. O zamanlar kimsenin ilgilenmediği bu konu sosyal medyada bugün popüler… Ama artık iş işten geçmişken… Geri dönüşü olmayan bir yoldayken… Bugün yazarlardan siyasetçilere herkes bunu konuşuyor. Üstelik Ocaklı Ada’nın yeni halini Sünger Bob’a benzetmişler. Bu komik… Belki de böyle bir dikkat çekicilik gerekiyordu. Neyse…

En önemli sorunumuz bu bence… Meseleler popülerleşmeden tepkiye konu olmuyor. Kimse sesini çıkarmıyor. Herkes bir sürü gibi en çok hangi sorun hakkında konuşuluyorsa onun hakkında konuşuyor. Üstelik bunu entelektüel insanlar yapıyor.

Şile’de bir kale olduğundan haberi dahi olmayan insanlar da var. Onlar da bugün bu esprili paylaşımları internette yapıyor.

Kalabalık olan eyleme gitmek, az kişinin slogan attığı yerden kaçmak… Modaya uymak… Örnekse Gezi… Gezi Parkı direnişi popülerleşmeseydi o park ortadan kalkmıştı.

Ortada bir mesele varsa onun hakkında herkesin konuşmasını beklemeyin. Eğer bir mesele varsa onu görmek için çok kalabalık olmaya gerek yok. Gerçek kamuoyu da işte böyle oluşur. Bugünkü Şile Kalesi paylaşımları, bazı samimi davrananları tenzih ediyorum, fasa fiso…

Uçan İrlandalı


Dün hem sosyal medyanın hem de görsel medyanın konusu oldu. İrlandalı turistin kalabalık bir esnaf grubuyla yaptığı meydan savaşı gündemi meşgul etti.

Kavganın neden çıktığının bir önemi yok. Görüntülere bakılırsa Türkiye’deki linç kültürünün bir ekip çalışması olduğunu görülebilir. Adama sandalyeler ve sopalara saldıran esnaf hiç de beklemediği bir karşılık alıyor. İrlandalı bu kontrolsüz saldırganları kontrollü ve sağlam yumruklarla etkisiz hale getiriyor.

Vallahi normal şartlarda bir yabancı turist bizim esnafı dövse “nasıl böyle bir şey olur?” diye İrlandalıya tepki göstermemiz gerekirdi. Ama durum zaten eşit değil… Bizim sahte kabadayılar bir çakal sürüsü gibi kalabalıklaşınca coşuyorlar. Haksızlıklarının kalabalık olduklarında görünmez olacağını sananlara bir ders niteliğinde İrlandalının mücadelesini izliyoruz. Göründüğü üzere kavganın başlangıcında oldukça sakin ve kendini korumaya yönelik davranan İrlandalı sonradan “yeminimi bozdum uleeeen” der gibi başlıyor saydırmaya.

Milliyetçi dostlar kızmasın. Gerçi şimdi yelpaze daha geniş… Bir İrlandalıyı ayırt edemeyeceklerinden kendi dillerini konuşmayan herhangi bir beyaz onlar için bir hedef olabilir. Ama bence bundan sonra biraz daha dikkat edin. Neme lazım, adam boksör çıkabiliyor sonuçta.

Neredeyse 10 kişi bir adama saldırarak kavga kazanmaya çalışan esnaflar hayatlarının dersini alıyor. Sadece ders alan bu esnaflar mı olmalı? Yaptıkları haksızlık karşısında tepki gösteren herkese bir mafya edasıyla tüm güçleriyle saldıran bir ülke yönetiminin de ders alması gerek… Bir adama sırf kardeşinin ölümüne neden olan savaşın hesabını soruyor diye saldıranların o esnaflardan bir farkı yok. Başlarına da böylesi olmasa da bir başka bir yenilgi geldiğinde mağduru oynamasınlar.

Kavgaya dönelim. İrlandalının attığı yumruk sonrası uçarak yere düşen adamı gördünüz mü? Yerden kalkamıyor. Ya da kalkmayıp bir de tekmesini tatmak istiyor. Peki, İrlandalı dönüp yerdeki adama yeniden saldırıyor mu? Hayır. Bizde olsa yerdeki adamı tekmelemeye devam ederlerdi. İşte bu da kontrollü güç… Kendini savunmak isteyen adamın yapacağı budur. Ancak bu ülkenin jandarma görevi verilmiş esnafı yerde yatan savunmasız bir genci öldüresiye döver.

Alınması gereken ders çok… Dünden beri İrlandalıya yakılan türkülerin sebebi bir yabancı hayranlığı değil… İrlandalı hareketiyle ülkemde yalnız kalıp saldırıya uğrayan tüm kesimler için bir cesaret simgesi… Elbette dövmeyelim. Elbette şiddete meyletmeyelim. Ama haklılığın önünde durulmayacak bir güç olduğunu da asla unutmayalım.

Şimdi bu yazıyı okuyup milliyetçi duygularla saldırıya geçecek trollere duyurulur. Bir Uçan İrlandalı daha tanıyorum. (Şaka be)

6 Haziran 2015 Cumartesi

Koruncuk Vakfı ve Yaşamın Tesadüfleri


Koruncuk Vakfı korunmaya muhtaç çocuklar için faaliyet gösteren bir vakıf… Vakıfla ilk tanışmam 2005 yılının Haziran ayında oldu. Tesadüftü. Askerden geldikten sonra askerlik arkadaşımla buluşup Bolluca Çocuk Köyü’ne gitmiştik. Bir sivil toplum örgütünde çalışan arkadaşım aynı zamanda Koruncuk gönüllüsüydü.
Oraya giderken bir incik boncuk alışverişi yapmıştık. Ağırlıkta küpe yapacak malzemeler aldık. Çocukların yanına gidip onlarla takı yapacak, onlara takı yapmayı öğretecektik. Ben atladım tabii. Bildiğim yerden çıktığında affetmiyorum.
Bolluca’ya vardığımızda çocuklarla hemen kaynaştık. Arkadaşım daha fazla alışık olduğundan onun önderliğini kabul etmiştim. Ama kısa sürede çocuklardan oluşan bir kolonim oluştu. Bol bol küpe yapıp çocuklara hediye ediyordum, onların yapmasına yardım ediyordum.
Hayatımın en keyifli ve anlamlı günü bittiğinde hayatım boyunca unutamayacağım bir anıya dönüşmüştü.
Bolluca Çocuk Köyü ve Koruncuk Vakfı’yla ilgili bugüne kadar bir daha hiçbir faaliyetim olmadı. Ancak yıllar sonra bir arkadaşımın doğum gününde ona hediye olarak vermek için yeniden takı yapmaya başladım. Geçtiğimiz Nisan ayıydı. Elimi yeniden sürünce buna devam etmeye karar verdim. Bol miktarda bileklik üretmeye başladım.
Takı tasarımı işinde henüz bir ay geçmişti ki Koruncuk Vakfı’nın 50 TL’den fazla bağış yapan bağışçılara sertifikayla birlikte bileklik göndereceğini öğrendim. Bildiğim yerden çıktığında affetmediğimden hemen atladım tabii.
Kampanyanın sahibi Çelik Erdoğan’ın şu mailiyle başladı her şey.
“Bu yıl 14 Haziran 2015 Pazar günü özel izinleri alınmış bir organizasyon ile Edirne merkezden başlayıp, sınırı geçerek Yunanistan’ın bize komşu ilk yerleşim birimi olan Kastanies’e kadar koşacağım. Orada Türk Yunan Dostluk Derneği tarafından karşılanacak ve yeniden Türkiye’ye dönerek başlangıç noktam olan Selimiye Camii önünde koşumu tamamlayacağım.
Bu koşumu İstanbul Bolluca köyünde bulunan Korunmaya Muhtaç Çocuklar Vakfı’na adıyorum.
Vakfın bir çocuk köyü konumunda yer alan çalışmalarına bağışlarınız da, benim bu çabalarıma ortak olmanız, destek vermeniz anlamına gelecektir.”
Velhasıl durum şu… 10 yıl önce yüzlerine, hayatlarına, kalplerine dokunduğum o çocuklar büyüdü. Onların kardeşlerinin de yüzlerine, hayatlarına, kalplerine dokunmaya bir şekilde devam ediyorum. O koşunun vesile olacağı bağışların sahiplerine benim bilekliklerim gönderiliyor.
Hayat beni hiç çaba sarf etmeden iyiliğe vesile olmaya itiyor. İyi ki itiyor.
Bolluca Çocuk Köyü’nün bazı ihtiyaçları var elbet. Bağış yapmak ya da ayni destek olmak isterseniz internet adresinden iletişime geçebilir ya da hesap numaralarına bağış yapabilirsiniz.
Bağış yapmak isteyenler bu kampanyanın sonuçlarını görmemiz açısından yapılması gereken şu. Bağışın açıklama bölümüne AA/CERD/kendi ad soyadlarını yazmalılar.
Gördünüz mü? Nereden nereye… Sevgiyle tasarladığım bileklikler sevgiye hizmet ediyor yine…

4 Haziran 2015 Perşembe

Kimliksizleşen İstanbul ve Yeni Vapurlar

2006 yılında İstanbul halkına sorularak yeni modelleri yaptırılan Şehir Hatları vapurları, bu kez sorgusuz sualsiz karşımıza çıkıverdi. Türk mühendislerin tasarladığı, Yalova’da üretilen feribot benzeri yeni vapur hayal kırıklığı yarattı.

Bu hayal kırıklığının tek sebebi vapurlar hakkında halkın görüşü alınmaması değil elbet… Yeni vapurlar İstanbul’un kimliğini yansıtan o eski vapurların yaşanabilir ortamından çok uzak… İnsanların birbirine yüzlerini döndüğü o sıcak vapurların yerini yaşamın alelacele keşmekeşinin yansıdığı soğuk vapurlar almış.

5 Şubat’ta İstanbul Şehir Hatları’na 10 yeni vapur katacaklarını açıklayan Topbaş, bunların modelinin hazır olduğunu belirtirken, vapurların hangi renk olacağının halk oylamasıyla kararlaştırılacağını ifade etmişti. Ancak modeli sorulmadığı gibi rengi de sorulmadı.

Göksu, Durusu ve Küçüksu isimli vapurlar bu törenin ardından Eminönü-Kadıköy hattında hizmet vermeye başladı. Yalova’daki Özata Tersanesi’nde imal edilen, Türk mühendislerin tasarladığı ve tanesi 3 milyon 373 bin 500 Euro’ya mal olan gemilerin eski vapurlara nazaran estetik kaygı ve İstanbul’un keyfini çıkarma önceliği yok. Yukarıda bir yerlerde de söylemeye çalıştığım gibi İstanbul’da yaşıyor olmanın güzelliğini unutturan, kültürden ve keyiften uzak bir hizmetle karşı karşıyayız.

Şimdi bu yazıyı okuyan nöbetçi iktidar severler, her şeyi eleştirdiğimi, nankörlük ettiğimi söyleyecektir. Ama İstanbul gibi bir şehre hizmet vermenin kültürel birikim, İstanbul ruhuna sahip olmakla mümkün olduğunu canınızı sıkma pahasına söylemek zorundayım.

Bu vapurlar kentsel dönüşümle can çekişen kent kültürünün son birkaç kalesinden biriydi. O vapurlar kente ait fotoğraflarda, kentte geçen filmlerde vardı. Eskimiş olmaları onların hem estetik hem de konforlu tasarımını unutturmayı gerektirmiyor. Madem bizim çok kabiliyetli tasarımcılarımız var, İstanbul ruhuna uygun ve eskisini yeniden hayata döndüren bir tasarım yapsaydılar ya?

Evet… Yazının bu aşamasında nöbetçi iktidar severler coşup “sana mı soracaklar, haddini bil” noktasına çoktan gelmiştir. Ben de diyorum ki elbette bana sormayacaklar. Kimseye sormadan bunu biliyor olmak gibi bir yükümlülükleri var. İstanbul gibi bir şehri yönetip de bu kadar yılda bunu öğrenemedilerse bir değişiklik de o koltuklarda olmalı…

Örneğin Beyoğlu gibi İstanbul’un eğlence, kültür, sanat merkezi bir ilçeyi tamamen alışveriş odaklı hale getirmeyi hedefleyen kentsel dönüşüm de kimliksiz bir kent yaratma çabası…

Peki, ne istiyor bu adamlar kentin kimliğinden? Ne istiyor bu adamlar kültürden? Ne istiyor bu adamlar zaten birkaç tane kalmış yaşamaya sebep keyifli zamanlarımızdan?

Evet… Şimdi benim ve benim gibi düşünen insanların ne kadar nankör olduğunu rahatlıkla söylemeye başlamıştır kimileri. Hem de yerli malına tu kaka yapmakla da suçlayabilirler. Zaten bu eleştirilere bu yönden bakıyorsanız yaşadığınız kentle ilgili kültürel bir derinliğiniz yok demektir.

25 Mayıs 2015 Pazartesi

Mastürbasyon yapanın elleri ahrette hamile kalacakmış!

2000 TV isimli kanalda konuşan 'fetvacı' Mücahid Cihad Han “mastürbasyon yapan kişinin elinin Ahrette hamile kalacağını” söyledi.

Kanalda izleyicilerin sorularını yanıtlayan Mücahid Cihad Han, bir izleyicisinin mastürbasyonla ilgili sorusuna “istimna (mastürbasyon) yapanların ahrette elleri hamile olacak ve ondan hak talep edecek, şikâyet edecek” şeklinde cevap verdi. Han, mastürbasyon yapılan 'el'in “ahrette hak talep edip şikâyette bulanacağını” da iddia etmekten geri kalmadı.

Gericiliği kanalın isminden belli… 2015 yılında 2000 diye kanal mı olur?

Bu gereksiz şakadan sonra konumuza girelim.

Evet, ellerimi de yıkadığıma göre hayırlısıyla yazıma başlayabilirim.

Öncelikle bilmekte fayda var. Kadınlar da mastürbasyon (istimna) yapıyor. Onlar için durum ne olacak? Onların ellerinin hamile kalması bir sperm bulaşması mümkün olmadığından olası değil… Bu konuda da aydınlatıversin fetvacımız.

Ve de ahrette çok fazla el doğum yapacak demek… Buna inanmazsam dinden çıkıyor muyum acaba? Merak ettim. Yahu akıl var mantık var. Bir insanın cinsel ihtiyaçlarını el yordamıyla halletmesinde ne sorun var? Pardon? Buna din niye karışır? Bu neden en büyük günahlardandır?

Yazılı düşünüyorum. Bunun sebebi bence geri toplumların üreme konusundaki ayarsızlığı… Cinsel ihtiyacını kendi kendine gideren bir insanın evlenmeyeceği, evlendiği kişiyle sevişmeyeceği sanılıyor.

Yukarıdaki tez saçmaysa, bu durumun saçmalığıyla ilgilidir. Sebep ne olursa olsun mastürbasyonu yasaklayan bir dinin küçük bir çocuğu kandırır gibi hikâyeler uydurması mümkün mü? Ya da bu fetvacıların din adına dinde olmayan şeyler uydurduğunu mu düşüneceğiz? Aslında her iki durum da oldukça acı… Eğer bu komik hikâyeleri ciddi ciddi içeren dinse aklı nerede arayacağız? Eğer bunlar dinde olmayan bilgilerse, kimilerinin uydurmasıysa dindarların dinden uzaklaştığını düşünmek işten bile değil… Bu durumda bu yarım yamalak din bilgimizle pek çok dindarı dine çağıracak birikime sahip olacağız.

Mastürbasyon yapmayan bir adam, içinde şehvet duygusunu biraz olsun bastırabilir. Bu da dine göre haram olan zinanın önünde bir engeldir. Eğer akıl yürüteceksek cinselliği bastırılmış bir toplum biriyle sevişmeyi şöyle dursun, eliyle münasebetini bile günah saya saya sağlıksız bir topluma dönüşür. Cinselliği hastalıklı bir toplumda da tecavüzün, tacizin önüne geçemezsiniz. O günah, bu yasak, şu mekruh… Böylesi bir yaşantının insandan alacağı çok şey var.

En masumane cinsel yaşam unsuru olan bu mastürbasyon, bizim gibi bir toplum için bir balans aracıdır. Hele ki cinsel baskıların bu kadar yoğun olduğu ülkede insan bir de mastürbasyon yaptığı için kendini suçlu hissederse yandık.

9 Mayıs 2015 Cumartesi

Whatsapp yuva yıkacak uygulama mı çıkarmış?

Whatsapp günlük hayatın önemli bir parçası haline geldi. İş hayatından aşk hayatına pek çok alanda iletişim sağlayan bir ağ olan Whatsapp bazı uygulamalarıyla kimilerine göre yuva yıkma potansiyelini zorluyor.

Artık Whatsapp'taki tüm hareketleriniz anbean izlenebilecek!

Whatsapp sevenler ocağına WhatsDog ile incir ağacı dikmeye devam ediyor. Öncelikle WhatsDog her ne kadar Whatsapp entegreli bir uygulama olsa da birebir Whatsapp ile bir ilişkisi yok.

Bu uygulamayla dilediğiniz kişinin online olma raporunu çıkarabiliyorsunuz. Ancak mesajlarını okuyamıyorsunuz tabii ki…

E arkadaş nasıl yuva yıkacak o zaman? Bir erkek ya da kadın, sevgilisine veya eşine online olduğu zamanlarla ilgili yalan söyler mi? Ya da bu kadar hayatın parçası olmuş bir uygulamaya ne zaman girdiğini hatırlamak zorunda mı? Kiminle ne konuda yazıştığını bilmediğiniz sevgilinizden şüpheleniyorsanız zaten çoktan o yuva dağılmış, o ilişki bitmiştir. Küçük bir Whatsapp dokunuşu olur size o.

Tabi Whatsapp’ta uzun uzun çevrimiçi olmanız sevgiliniz için sıkıntılı bir durum olabilir. Hatta o kadar süre kendisiyle konuşmadığınız kadar başka biriyle konuştuğunuz fikri sevgilinizi yıkabilir.

Tamam tamam… Bu uygulama kimsenin hiç de öğrenmesi gerekmeyen bir bilgiyi ortaya çıkarıyor. Evet ya… Baştan biraz iyi niyetli girdim, ama yok… Sana ne abi…

Hatunun aklına durup dururken niye kurt düşürüyorsunuz ki yani… Bırakın, sevgilisini uyuyor bilsin. Bırakın onun kendinden başkasını gözü görmez, saysın. Ama yok. İllaki işkillendireceksiniz insanları.

Gelelim trajik kısma… Sizce bu kadar açıklık benim ülkemin ilişki yaşayıcıları için ne anlam ifade ediyor? Ülkedeki kaç erkek sevgilisinin ona ilgisinin azalmasını anlayışla karşılayıp makul bir biçimde ilişkiyi bitirme kararı alır? Bizim erkekler kadının hayatını bitirmeyi tercih edecekleri için bu sadece yuva yıkacak bir uygulama değil… Hayat karartacak, can alacak bir uygulama…

Sen de haklısın. Diyorsun ki o zaman ilişkilerde şeffaflık olsun. Kadın ve erkek birbirine yalan söylemesin. Birbirlerini aldatmasınlar. O da doğru…

Ama ne gerek var şimdi! İşkillendirmenin ne gereği var?

5 Mayıs 2015 Salı

Minimal ve Kişiye Özel Takı Tasarımı Yapılır

Bir süredir üzerinde çalıştığım takı tasarımı işinin nihayet ürünlerini toplamaya başladım. E tabi birileriyle paylaşmaya başlamak da şart oldu. Aşağıda sırasıyla beğeninize sunacağım takılar sadece birer tane olarak üretildi. Aynından bir tane daha olmayacak.

Moda dünyasının ısrarla dayattığı tek tipliği biraz kırmak gerekiyor. Zaten moda olan bir kıyafeti bir takıyı satın aldığınızda aynısını başkasında görüp pişti olmaktan yakınmak istemiyorsanız biraz daha minimal ve alternatif çözümlere yönelmeniz gerekiyor. Şimdi diyorsun ki "bana ne canım aynısını başkası da aldıysa?" Şimdilik böyle söylemesi kolay... İnsan her ne kadar sade görünmeye çalışsa da içten içe bu "pişti" korkusuyla alışveriş yapar. Benden söylemesi...

Bende bu yaratıcılık olduğu müddetçe her ne yaparsam yapayım bir tane ve özel üretim olarak yapmaya devam edeceğim. Buradan tamamına ulaşabileceğiniz takıların bir kısmı aşağıda beğeniniz için listelenmiş durumda...


16 Nisan 2015 Perşembe

250 yıllık seks oyuncağı neden sansürlenir?



Daily Mail'de yer alan habere göre 20 santim boyunda, odundan yapılmış bir seks oyuncağı Polonya'nın kıyı kenti Gdansk'ta bulunan çok eski bir şövalye okulunda keşfedildi. Uzmanlar oyuncağın 18'inci yüzyıldan kalma 250 yıllık bir oyuncak olduğunu belirtti.
Dışı deri, içi ise odun ve saçla dolu olan oyuncağın orijinal hali mükemmel bir biçimde duruyor. Oyuncağın o dönemde birisi tarafından tuvalete düşürüldüğü tahmin ediliyor.
Hemen hemen her gün bir arkeolojik kazıda bir şeyler bulunuyorken buna haber değeri yükleyen “seks satar” anlayışıdır. Bu ayrı mesele… Ayrıca arkeolojik bir olaydır. Önemsiz değildir tabii ki…
Asıl meselemiz haberi veren Hürriyet’in kafası karışık halidir. Arkeolojik bir bulgu olan 250 yıllık seks oyuncağının fotoğrafı neden sansürlenir? Sansürlenecekse neden fotoğrafı yayınlanır? Madem ayıptır, neden haberi yapılır?
“Seks satar” madem, satın. Satamayacaksanız madem hiç bulaşmayın. Bir arkeolojik olayı erotik bir durum haline getirmeden nasıl haberleştirebileceğinize kafa yorun.
Kızmak değil amacım…
Bu akıl karışıklığının Türkiye’nin en büyük medya organlarından birinde yaşanıyor olması biraz can sıkıcı… Bu, heykellerin başını kapatan, penislerini kopartan, heykelleri müstehcen diye yakanları haklı çıkaran bir eylemdir. Açık konuşmak gerek… Eğer sen bir gazete olarak bu ayıpmış gibi davranırsan, sonuçları da bu olur zaten.
Cinsellik tabusu araçlarıyla cinsellik içeren bir arkeolojik haber verilebilir mi? Kaldı ki bunun cinsellik içeriği artık tarihte kalmış, söz konusu oyuncak tarihi bir kalıt olarak yerini almıştır.
Sansür kavramı, bizde güya ‘toplumu korumak’ için varlığını sürdürüyor. Yani bir televizyon dizisindeki kavga dövüş görüntülerin hiçbir zararı yok da 250 yıl önce kullanılırken tuvalete düşürülmüş seks oyuncağı çoluk çocuğun ahlakına zarar verecek. Hadi canım siz de…
Diyelim ki zarar verecek. Tüm kaygınız bundan… O zaman o haberi vermeyeceksiniz, bu kadar da komik duruma düşmeyeceksiniz.
Yeter yahu… Biri heykel kapatır, biri haber sansürler… Beriki film yasaklar…
Gerçi 28 bin yıl öncesine ait bir seks oyuncağı bulunduğunda haberlerde sansürlenmemişti. Belki de ne kadar eskiye dayalı olduğu verisi bir kriter…
Bir yandan da 250 yıllık seks oyuncağının bulunmasının arkeologları şoke ettiğini söyleyen web sayfaları var. O da ayrı mesele…
Neyse görseli doğru verenler çıkmış da ben de bulup koyabildim. Sansürsüz ve tabusuz bir hayatın özlemiyle…




14 Nisan 2015 Salı

Ev Yapımı İşler Kurumsal Çözümler


Artık işitsel, görsel birçok kurumsal ihtiyacını hızlı ve özgün bir şekilde karşılayabileceğiniz bir çözüm ortağınız var. Ev Yapımı İşler, kurumsal tanıtım filmlerinizi, kliplerinizi çekiyor, montajını da bitirip, sorunsuz bir şekilde size teslim ediyor. Ev yapımı tadında, kurumsal çözümler sunuyor.

Günümüzde aynı dalda hizmet veren pek çok şirket var. Bu da çetin bir rekabet demek... İşte o yüzden fark yaratmak çok önemli... Bunun için de en önemli yollardan biri reklam... Bu da ilk sizin izleyeceğiniz yol olmayacağı için doğru reklama ihtiyacınız var. Ev Yapımı İşler reklamın çekiminden tutun da müziğine, seslendirmesine ve metnine kadar pek çok ihtiyacınıza doyurucu çözümler üreterek rakiplerinize göre daha hızlı hareket etmenizi sağlıyor. 

Bir dernek mi kurdunuz? Derneğinizi, projelerinizi anlatacak ses getirecek bir film mi çekmek istiyorsunuz? Bunun için bir servete değil, doğru ekibe ihtiyacınız var. Ev Yapımı İşler sizin için biçilmiş kaftan...

Albümünüzün kapak fotoğraflarını çektirebilir, konserlerinizin ve her türlü etkinliğinizin afişlerini oluşturabilirsiniz.

Bu işin görsel boyutu... Bir de işitsel boyutu var. Dublaj, ses kayıt, albüm veya demo kayıt işlerinizin yanı sıra, hazır kayıtlarınızın edit, mix ve mastering işlerini de bu çatı altında yaptırabilirsiniz.

Ev Yapımı İşler, işitsel, görsel tüm ihtiyaçlarınızı samimi ve profesyonel bir şekilde çözer. 

Yapacağınız tek şey bu mail adresine bir mail göndermeniz... Ev Yapımı İşler sizinle tanışmak istiyor.

www.evyapimiisler.com 

1 Nisan 2015 Çarşamba

Operasyon başarıyla tamamlandı(!)

DHKP-C'nin rehine eylemini nasıl okumalı?

DHKP-C örgütünün halkın çıkarları için savaşan bir örgüt olduğuna dair ciddi şüphelerim var. Ancak yine de Berkin Elvan başta olmak üzere pek çok insanın katilinin devlet tarafından ısrarla korunduğu bir gerçek…
Bu durumdan bağımsız olarak Mit'in zaman zaman kullandığı bir örgüt olduğuna dair çok sayıda iddia var. Öte yandan Berkin'in katillerinin bulunması ve yargılanması için en çok adım atmış savcıyı da kalkıp Berkin için eylem yapan bir örgüt öldürmez. Bu eylemin kime yarar sağladığını AKP'deki oy artışına, HDP ve CHP hezimetine tanıklık edeceğimiz önümüzdeki anketlerde göreceğiz. Devletin başı sıkışmasıyla DHKP-C'nin ortaya çıkması arasında eşzamanlılığı belki daha iyi anlayacağız.
O yüzden örgüte güvensizliğim var. Ancak eylemcinin iyi niyetinden asla kuşkum yok. Onu da eklemem lazım…

DHKP-C eyleminin olası sonuçları kime yarar?

Yine de eylemin neden olduğu ve olması muhtemel sonuçlardan bahsetmekte fayda var. Eylemin kime yaradığını görmeden meseleyi anlamamız mümkün olmayacak.
AKP bir taşta iki hatta daha fazla kuş vurmadaki uzmanlığını konuşturuyor. Berkin'in katillerini açığa çıkarıp ifşa edecek, gerçekten "kahraman" olacak bir savcıyı da ortadan kaldırmış oluyor. Yani bana kalırsa devletin “operasyon başarıyla tamamlandı” demesi tam da bundan…
Berkin'i terörle özdeşleştirmeyi hedefleyen devlete bu konuda da gün doğuyor. Bu kadar zamandır beceremediği…
Halk - hangi kesimden olursa olsun- düşünme, muhakeme etme yeteneğine henüz tam olarak sahip değil... O yüzden örgütün solcu olması devrimci arkadaşları coşturuyor. Oysa örgütün sola ve halka hizmet edemeyen bu eylemi, Türkiye'deki sol dönüşüme bir darbedir. AKP'li sağcı içinse sol parti olarak gördüğü CHP ve HDP'ye yönelik kara-propaganda fırsatıdır.
İç güvenlik yasası için de al sana bir bahane...
Bu manzara size ne anlatıyor? Bana ne anlattığını söyleyeyim. Bir 'terör' eylemi düşünün. O eylem sonucunda ülkedeki iktidar yukarıdaki gibi pek çok fayda elde ediyor. O eylem kim için yapılmış olur?
Bizim saf solculara ise öldürülen eylemciler için 'kahramanlık' marşlarıyla senelerce avunmak kalacak. Hep böyle olmamış mıdır? Bu ülkede 1980’den beri var olan her silahlı örgüt bu haldedir.

Operasyon başarısı(!)

Darılmaca gücenmece yok. Devletin Gezi, Berkin ve yükselen sol hareket için onlarca yıl uğraşsa başaramayacağı bir günde başarılmış oldu. O yüzden bu eyleme karşı şüpheyle yaklaşıyorum. Devletin ise ‘başarıyla’ sonuçlandırdığı bu operasyonun aslında örgütle ortak olarak planlanan bir masa oyunu olduğuna da inanıyorum. Kimse kusura bakmasın. Olan masum, halkı uğruna canından vazgeçebilen gencecik insanlara oluyor işte. Örgüt ise görevini ‘başarıyla’ tamamlamış, devlet ise ‘başarılı’ bir operasyonla mevcut iktidarı yine parlayan yıldız haline getiriyor.
Elektrik kesintisi ise ayrı bir muamma… Konuyla ilişkisi nedir bilemem, ama ben bu ülkede her olan bitenin birbiriyle bağlantısı olduğuna inanıyorum artık.

30 Mart 2015 Pazartesi

Web Sayfanız için içerik ve makaleler

Zengin İçerik ve Makaleler


Belki de pek çoğunuz web sayfanızı oluştururken bu kadar çok orijinal ve zengin içerik ihtiyacınız olacağını tahmin edememiştiniz. Ya da bazılarınız hepsini kendi yazmaya kalktı. Hele ki reklam geliri elde etmeye başladığınızda daha zengin bir sayfa içeriğine ihtiyacınız oldu ve buna yetişemez oldunuz. 
İşte böyle durumlarda benim gibi yazmayı bir alışkanlık haline getirmiş, yazmazsa öleceğini düşündüğünden mütemadiyen yazan blog yazarlarına ihtiyacınız var.


Zengin içerik ve makaleler burada

Ve işte ben burada devreye giriyorum. Örneğin güncel konularda olduğu kadar sağlık ve teknoloji gibi konularda makaleler olsun istiyorsunuz. Bana gelip böyle bir talep getirdiğinizde konuları en net ve kısaca belirtmeniz yetiyor. Hemen hemen her kategoride zengin ve nitelikli içeriği sizlere sağlayabilirim.  Hepsinin özgün olacağını ve sadece sizin sitenize özel olarak üretileceğini unutmayın.


26 Mart 2015 Perşembe

CHP'nin solcu söyleminde HDP etkisi

Şu sıralar seçim çalışmaları hız kazandı. 7 Haziran’a kadar daha da kızışacağa benzer. AKP’deki iç sorunlar, HDP’deki yükseliş seçim sürecinde çokça sürprizle karşılaşacağımız anlamına geliyor. CHP ise şimdileri geçmişteki MHP tarzı milliyetçi söylemi bir kenara bırakarak seçimde sol seçmenini kaybetmeme telaşında…

Seçim çalışmaları sırasında daha milletvekili aday adaylığı olan CHP’lilerin sol söylem kullanması gözden kaçmadı. Bugüne kadar adına sosyal demokrat dediği halde sosyal demokrat bir yanı kalmamış CHP’de yeniliğe dalalet bir durum mu bu? Olabilir. Dediğim gibi bu seçim öncesi oy kaybetmeme telaşı gibi görülse de zorlayıcı etkenlerin etkisiyle bir politika değişikliği gibi de yorumlanabilir.

Öte yandan HDP’ye göz kırparak seçim sonrası olası bir HDP’li mecliste AKP’nin kabine kuramama ihtimalini göz önüne alarak koalisyonu hayal ediyor olabilir. Mümkündür.

Hepsi bir kenara CHP’nin milliyetçi söylemi bir kenara bırakarak, çözüm süreci üzerinde AKP’ye saldırmayarak farklı bir yola girdi. Bunu da HDP’   ye borçluyuz. Çünkü ülkenin aydınları, sanatçıları safını belirledi. HDP’ye oy verilmesine yönelik çağrı her geçen gün daha da artıyor. HDP’nin bir Kürt partisinden Türkiye partisine doğru yönelişi bu çağrı sürecini meydana getiren en büyük husus… Belki de Türkiye solcuları ilk defa gerçek anlamda bir sol partiye kavuşarak, ülkenin kanayan pek çok sorununa gerçek bir çözüm umuduna kavuşuyor. Bunlardan en önemlisinin Kürt sorunu olduğu malumunuz… Bu sorunu da ancak Kürt siyasetinin temsil ediliyor olmasıyla çözüleceği, Kürt ve Türk halklarının dayanışmasının bu çözümü sağlamlaştıracağı aşikâr…  HDP böylece bir sol blok oluşturmuş oluyor. CHP de bu süreçte söylem anlamında geride kalmayarak ya oy telaşında ya da oluşacak yeni mecliste kendine güçlü bir ittifak sağlamanın peşinde… Her iki ihtimal de HDP’nin sağladığı dinamiğin sonucu…

Öte yandan HDP’nin AKP’yle anlaştığını iddia edip HDP’yi zan altında bırakma çabası herhangi bir gerçekçi karşılık bulamıyor. İktidarın HDP’yi zor durumda bırakma çabası olan Mardin’de PKK operasyonu en önemli kanıt… İktidara yakın medya organlarının PKK’nin karşılık olarak Hakkâri’deki taciz atışı niteliğinde silahlı eylemini dallandırıp budaklandırarak haber yapması bir bakıma HDP’nin yükselişine yönelik bir çabaydı. Böylelikle örgütle HDP’nin organik bağı iyice göz önüne konulacak, HDP’nin seçmen gözünde itibarını düşüreceklerdi. Bu gibi olayları daha çok duyabiliriz. Biz CHP-HDP ilişkisine dönelim.

CHP’nin HDP’ye yönelik yumuşak tavrının en önemli sebebi, AKP’yi geriletecek tek gücün HDP olduğunun farkında olması… Ortak rakibi alt etmesi için sessizce desteğini sürdürecek. Bir yanda da kendinin de solcu olduğunu kanıtlayarak yükselen sol blokta kendine bir yer edinmeye çalışacak.

25 Mart 2015 Çarşamba

Kendi e-kitabım Dengesiz Öyküler sebildir a dostlar!



Bir şey üretmek için can atan bünyem, yine yeni bir şey üretmeyerek eskiden ürettiği bir şeylere yeni ambalaj yaparak yoluna devam ediyor. İşin özü yeni öykü yazamadım, ama yeni öykü yazabilmek için motive olacağım bir çalışma başlattım. Bunun için iki gündür bilgisayar başında e-kitap hazırlama çalışmaları yapıyorum. Zahmetli bazı yollar buldum. Ama adı üstünde zahmetli… En sonunda bulduğum bir internet sitesi yardımıyla hızlıca bir e-kitap oluşturdum. Sayfa düzenini sağlamak adına daha çok çalışmam gerek. Hatta ben dozu yükselttim. Sadece şiir, öykü, deneme ya da roman değil… Haftalık dergi de çıkaracağım. Vallahi! Adını da şimdiden duyuruyorum. Haftalık Gülten…

Yedi öykülük bir e-kitap… İçinde gerilim var, mizah var, dram var… Her bir şey var. Kısa bir kitap denemesi oldu.

Doğanın Dengesi e-kitap Bu linkten kitaba ulaşabilirsiniz. Epub uzantılı dosyayı destekleyen herhangi bir bilgisayarda olduğu gibi, akıllı telefonunuzda ve tabletinizde de izleyebilirsiniz. Hatta Google Play kitaplığına ekleyerek diğer kitaplarınızın yer aldığı sanal kütüphanenizde de saklayabilirsiniz. Sebildir a dostlar…



24 Mart 2015 Salı

TDK'ye göre esnaf: kötü yola düşmüş kadın!

TDK’deki kafa kaynağını nereden alıyor?

Öncelikle söyleyeyim. Sorduğum bu sorunun bir cevabı yok. Kendi kendinize konuşurken söyleyebileceğiniz herhangi bir cümle…

TDK’nin kelimelerin anlamları üzerine yürüttüğü çalışmalar hızla devam ediyor. Dilin gelişimi için yaptıkları bu ‘eşsiz’ hizmet için kendilerine bir teşekkürü zor gören biz nankörler için de bir öneri sunmalarını bekliyoruz açıkçası…

TDK cinsiyetçiliğiyle hayatımızdaki yerini alırken, kadın takıntısından vazgeçemeyeceğini göstermeye devam ediyor.

Örneğin en son skandalda “esnaf” kelimesinin anlamlarından birine getirdiği tanım akıllara TDK’nin hangi kaynaktan yararlandığı sorusunu getiriyor. Esnaf: Kötü yola sapmış kadın…

Yani? Satış yapıyor işte… Eeee? Kendini satıyor ya…

Peki, arkadaş, diyelim ki esnafın böyle bir tanımı var. Kendini sadece kadın mı satar? Sadece beden mi satılır? Bu ülkede başbakan yardımcısının da ifade ettiği gibi kenti parsel parsel satanlara ne demeli? Peki, aynı başbakan yardımcısı buna göz yummaya devam edeceğini gözümüze baka baka demedi mi? Bu bir tür satış değil mi?

Biz TDK’nin içinde bulunduğu kafa karışıklığına bir dönelim. Bakın, ne kadar iyi niyetliyim. Olsa olsa kafası karışıktır, değil mi?

Veya devletin tüm kurumlarında olduğu gibi düşmekte olan kalite ve devlet ciddiyetinin geldiği noktayı işaret eder. Türk dilinin gelişmesi için kurulmuş bir kurumun bu konuda gelişme kat edemeyeceğini de gördüğünüzde anadiliniz adına üzülüyorsunuz. Resmi, ‘konuşulması zorunlu’ ilan edilerek, coğrafyasındaki tüm dilleri yasaklama, engelleme, kısıtlama sebebi olmuş bir dilin kurumunun geldiği noktayı görünce şaşırmamak elde değil.

TDK esnaf kelimesinin anlamlarından biri olan “halk sınıfları” ifadesine yer vermeyince haliyle kaynağının neresi olduğunu sorgulamaya girişiyorsunuz. Kurum’un esnaf deyince akla gelmesi ancak alkol masasında mümkün olan ifadeyi ayık kafayla bulduğuna göre daha bizim çok rakı içmemiz gerek…

Bu kadınlara yönelik bir başka hakaret olarak algılanabilir. Ayrıca esnaflar da ses çıkarabilir. Biz ‘kötü kadın’ mıyız? Diyebilir. Ancak bambaşka bir sorunumuz var hâlihazırda. O da ciddiyetini yitirmiş bir kurum kalabalık bir halk kitlesinin anadiline nasıl sahip çıkacak? Bir dile katkı sağlamak yerine Türkçeyi alt beyindeki saplantılara ya da iktidarın söylemlerini destekleyecek söz söyleme kaygısına feda etmeyi ne zaman bırakacak?

23 Mart 2015 Pazartesi

Kediciklerin Aşkı ve İlahi Yol



Önsöz

"Okuyacağınız bu yazıdan dolayı bana açılan hakaret davasını kaybetmiştim. 26 Mart'ta ise tazminat davası görülecek. Yazımın tamamı bu... Ancak dava açılmasına sebep olan ifadeler yok. Direk olarak şahsa yönelik olmayan bu ifadelerin şahsa yönelik olduğu konusunda mahkemeyi ikna eden avukatları kutlamak gerek..."

Sosyal medyayı takip edenler bilirler. Adnan Oktar’ın –nam-ı diğer Adnan Hoca’nın bir televizyon programında etrafındaki kadınlarla gerçekleştirdiği ‘sevgi’ sağanağı gösterisi sosyal medya kanallarında çokça paylaşılıyor aylardır.

Adnan Oktar başı kapalı ve açıklardan oluşan küçük bir kadın topluluğuna sırayla şu soruyu soruyor. “Beni seviyor musun?” “Seviyorum” cevabını alıp tatmin olmayarak, “ne kadar seviyorsun?” diye yeni bir soru daha soruyor. Kadınlar, sırayla sevgilerini tarif edemeyeceklerini, bu sevginin kelimelerle ifade edilemeyeceğini dile getiriyor. Adnan Oktar, “maşallah!” diye karşılık verip Allah sevgisinin kendisine tecellisini vurguluyor ve ekliyor. “Yobaz ve münafıklar buna dayanamayacak.” Şimdi ben de dayanamadım. Yobaz mıyım, münafık mıyım, bilemedim. Olayı öncelikle bir televizyon şovu olarak değerlendirsem de altında önemli bir toplumsal gerçeğin yatabileceğini düşünmeye başladım. Aslında burada gördüğümüz abartılı da olsa bir gerçeğin yansıması olabilir mi?

 Öncelikle belirtmeliyim ki bu tip videoların sosyal medyada dolaşması, ‘zat-ı şahanelerin’ gereksiz yere ilgi görüp, gündeme oturmasına neden olabilir. Ancak yukarıdaki paragrafın sonunda da belirttiğim gibi bunu sadece bir eğlencelik olarak değerlendirmediğimizde birtakım çıkarımlara varabiliyoruz. Bunlardan en önemlisi, muhafazakâr toplumumuzda özellikle kadına yönelik olan cinsel baskılardır. Bu cinsel baskılar, kadının cinselliğini tanımaması, saf bir aşk hayatının dahi kadına yasaklanması olarak özetlenebilir. Bu baskılar, özellikle muhafazakâr ailelerin başı kapalı kızlarında sevgiye açlık olarak yansımaktadır. Bununla ilgili çok fazla canlı örneğe şahit oldum.

Herkesin hatırlayacağı bir örnek vereyim. Yıllar önce haber bültenlerine yansımış “tarikat şeyhi aşkları kuşağında” da görüldüğü gibi bu baskılara maruz kalmış kadınlar, ‘Allah tarafından özel mülakatla seçildiğine inandığı adamlara’ bastırılan sevgi duygusunu ve cinselliği yöneltmeyi tercih ediyor. Normal bir kadın - erkek ilişkisini ahlaklı bulmadığı için, böyle bir adama aşkı meşru görüyor. Bu durum ise aşka susamış kadınların bu mahrumiyetinden faydalanan şarlatanlara yarıyor elbette. Yine baktığınızda bu şarlatanların zenginlik içinde yaşadığına da tanık oluyoruz. Zenginliklerinin Allah’ın onlara sunduğu ödüller olarak görenlerin sayısı da az değil… “Demek ki Allah tarafından seçilmiş” inancının doğmasının önemli bir göstergesi bu zenginlik.

Şimdi gelelim neden bir şeyhe özlem ve ilgi duyulduğuna. İnsanlar görmedikleri Allah’a inanıp, tanımadıkları peygamberlerine sevgi gösterirken, eksik kaldığını düşündükleri kısımları, inandıkları tüm değerlerin yansıması olarak gördükleri kişilere sevgi duyarak tamamlamaya çalışıyorlar. Demek ki Allah aşkı denen kavram yeterli olamıyor. Hep, O’nun yansıması bir kişi arama gayretine düşüyorlar. Adnan Oktar bu kişilerden biri… Ama bir tek o yok maalesef. Bütün bu arayışların en büyük sebebi ise, aslında inançtaki yetersizlik olabilir. Ama ben inançları sorgulamaktan ziyade, bunun toplumda baş göstermesinin sebeplerini irdelemekten yanayım.

Yine de son noktayı koymadan belirtmekte fayda var. Bu bir televizyon şovu elbette…

Dinin bir rant aracı haline geldiğini, cinci hocaların, muskacıların ve ‘şifacı’ hocaların, doktorlardan ve öğretmenlerden ve hatta bilim adamlarından daha üstün görüldüğünü gördüğümüzde sorun acaba dinde mi, yoksa toplumda mı, sorusunu sormadan edemiyoruz.

17 Mart 2015 Salı

Akit'in Vicdanı (!)

Akit Gazetesi’nin hali malumunuz… Kafasına uymayanı hedef göstermekten geri kalmaz. Buna dini bir kılıf da uydurur. Suçunu meşrulaştırır. İnsan sevmediğini iktidarı çok sevdiğini kanıtlamış Akit Gazetesi bu sefer de tepkisinin nefes alabilen her şeye yönelik olduğunu kanıtladı.

Azerbaycan’da gerçekleşen sokak hayvanlarına yönelik katliama karşı tepki olarak bir araya gelen hayvan severlerin Azerbaycan konsolosluğuna gerçekleştirdiği yürüyüşü haber yaptı Akit. Hem de ne haber…
“Katledilen Müslümanlar için kıllarını kıpırdatmayanlar üç beş köpek için sokaklara döküldü!” E tabi haberi verirken katliamların yaşandığı ülkelerden de bahsediyor. Filistin, Suriye ve Mısır… Irak? Yok tabi… Ne de olsa hizmet ettikleri gücün Irak’taki katliamları gerçekleştiren askerlere hayır duası etmişliği var. Neyse…

Öte yandan öyle bir önyargı ki oradaki hayvan severlerin ölen insanlar için de sokaklara çıkmadığını düşünüyorlar. Ölen çocuklar için sokaklara çıkan insanları terörist ilan etmiş bir gazetenin bu çelişkiyi açıklamasını bekliyor muyuz? Hayır elbette.

Peki, sormak gerek… Velev ki Müslümanlar katledilirken sessiz kalındı. Hayvanlar katledilirken ses çıkaranı sapkınlıkla itham etmek niyedir?

Üstelik Kuran-ı Kerim’den referans alarak bunu yapmak nedir?

“Bu neyin kafası?” diye bir popüler bir soru vardır ya. Belki de ender cuk oturuşlarından biridir. Bu neyin kafası Akit? Bu haberi yaparken vicdanınızın sesini dinlediniz mi? Dinlediniz de size böyle yapmanızı söylediyse o vicdanınız değil, olsa olsa aklınızı ele geçirmiş karanlık güçlerin eseridir.

Öyle değilse sahi bu neyin kafası?

Akit Gazetesi yürüyen, tepki gösteren herkesi bir şekilde sapkın ilan edecekti zaten. Akit’e göre onun gibi olmayan herkes sapkındır. Onun peşinden yürüdüğüne karşı yürüyen herkesin katli vaciptir.

Haberi defalarca izleyin. Gayet insani bir eylemi öyle bir vermektedir ki büyük bir taşkınlık olmuş hissi uyandırmaktadır. Oysa görüntülerde de durum insanidir. Editör bakmış. “Burada kötü bir durum yok. Metni elimizden geldiğince kirletelim. Olsun bitsin.” Demiş. Sonra da vermiş kalayı.

Bu tip gazetelerin okuyucularını saf yerine koymasına ne demeli? Makul bir okuyucu bakıp “yahu adamlar hayvanlar katledilmesin diye eylem yapmış, ne var bunda?” diyemiyor mu? Diyemiyor ki bu gibi kötü niyetli yayınlar varlığını sürdürüyor. Kabataş yalanını nasıl feyk görsellerle kanıtlamaya çalışan benzer yayın kuruluşları varsa Akit de burada hayvan severleri neredeyse Müslüman düşmanı göstermeye çalışıyor.

Haberin son cümlesi ise daha bir bomba… Diyor ki ‘süper’ haberciliğin mimarı? “Yaşanan olaydan sonra hatasını anlayan grubun özür dileyip dilemeyeceği merak ediliyor.” E peki bu tuhaf haberinizin özrünü ne zaman alalım?

12 Şubat 2015 Perşembe

Jartiyer

Şu sıralar konserler yoğun… Haliyle de tanıştığımız çok insan oluyor. Bu güzel bir şey tabii ki… İçlerinde sana bir şeyler katan değerli insanlar çıkıyor. Hayatının bir yerine yerleştiriyorsun. Harika dostluklar kuruyorsun falan…

Yine çok iyi insanlar olduğundan şüphe duymadığım kişilerle de tanışıyorum tabii. Onlar da sana ölümsüz bir eser bırakmanı sağlamasa da hiç değilse atıştırmalık bir yazı yazmana vesile oluyor.

İsmini söylemeyeceğim. Çünkü sormadım. Sorsaydım hatırlar mıydım? Hatırlasaydım söyler miydim? Büyük konuşmayayım şimdi…

Dedi ki “saksafon çok severim ben.” Dedim ki “Aaaa ne güzel!” Buradaki tonlamada bir “eee yani” vardı tabii. Bir “mutluluklar dilerim” tınısının varlığı da pek bir mümkün… “Siz de çok güzel çalıyorsunuz saksafonu” demesi üzerine ekranda sallanan mutluluğu çöpe atmış, ama yine de gülümsemeyi başaran bir yüz vardı. Benim yüzüm… “Teşekkür ederim” dedim. Sen soracaksın ki “be adam niye düzeltmedin?” Ben bu konuda düzeltme yapmayı yıllar önce bıraktım çünkü. Trampet diyenlerle de az cebelleşmedim mesela. Ne zaman “yav he he” genişliği kazandım, o zaman sazıma çalışarak ilerleme şansı buldum. He bir de bu var. Sazımıza çalışmak dediğimiz konu… Bunu ilk kullandığımda “aaa saz mı çalıyor arkadaş, hele bize bir bozlak patlatsın” diyen de olmadı değil. İşin garibi bana değil, yanımdaki kişilere söyleyerek benimle muhatap olmamayı seçen bu adamlara da selam olsun. Onların da gelişimimde önemli bir payı var.

Neyse, ne diyorduk? Evet, trompet çalıyorum. İster zurna desinler, ister saksafon… Sen onu bunu bırak da bütün bunlar olurken arkadaki vestiyer yazısını jartiyer okumama kaç puan?

Charlie Hebdo kadar popüler olmadan beni öldürmeyin!

Kuzey Carolina Üniversitesi'nde eğitim gören 23 yaşındaki Deah Şaddy Barakat ve 21 yaşındaki eşi Yusor Muhammed ile 19 yaşındaki Razan Muhammed Ebu Salha üniversitenin kampüsünde silahlı saldırıya uğradı.

Amerikan polisi, silahlı saldırının yerel saatle 17.15'te meydana geldiğini duyurdu. Polis olay yerine vardığında üç Müslüman genç de yaşamını yitirmişti. Gençlerin başlarından vurularak öldürüldüğü belirtiliyor.

Amerikan polisi, silahlı saldırının yerel saatle 17.15'te meydana geldiğini duyurdu. Polis olay yerine vardığında üç Müslüman genç de yaşamını yitirmişti. Gençlerin başlarından vurularak öldürüldüğü belirtiliyor.

Florida'daki Barry Üniversitesi Hukuk Fakültesi'nden Prof. Dr. Halid Beydun da, sosyal paylaşım sitesinde “Müslümanlar, ancak tetiği çektiklerinde haberlere çıkıyorlar, vurulduklarında değil. Chapel Hill cinayetlerinin medyada yer almaması da bunu ispatlıyor” dedi.

Charlie Hebdo katliamından sonra hepimiz üzüldük, öfkelendik. Katillerin ve arkasındaki güçlerin bir an önce cezalandırılmasını temenni ettik. Pek çoğumuz bu katliam sonrası tüm uluslararası kamuoyuyla birlikte hareket ettik. Eylemlere katıldık. Aktif veya pasif olarak tepkimizi ortaya koyduk. Doğal ve doğru olan da buydu. Tepkisini yanlış veren de oldu elbette. İslam’a olan karşıtlığını bu olayı kullanarak sağlamlaştıranlar da oldu. Bu karşıtlığı katliamı kullanarak savunmaya devam ettiler. Haklı yanları yok muydu? Vardı elbet…

Peki o haklının yanında olan insanlar ABD’de öldürülen üç Müslüman için ne dediler? Elbette ki cılız da olsa bazı tepkiler duyduk. Ancak tıpkı Batı’nın ana akım medyası gibi onlar da cılız ve sessizdi. ABD’de benzer bir olayı ‘acil’ koduyla duyuran haber kanalları bu sefer suskundu.

Açıkçası daha önceleri tipik ve sorunlu bir Müslüman reaksiyonu olarak gördüğüm “Batı bizi sevmiyor” kompleksinin gerçekçi bir zemine oturduğunu görüyorum. Silah Müslüman’ın elindeyse ona terörist, başka bir dine mensup kişinin elindeyse -yarım ağız- katil diyenleri görünce üzülüyorum elbette. Charlie Hebdo için ayağa kalkıp ABD’deki üç gencin katledilişiyle ilgili ses etmeyenler ve bunun tam tersi durumunda olanlar arasında hiçbir fark göremiyorum. Her ikisi de aidiyetliğin başka yerindeler…

Ait olduğumuz tek bir örgüt var. O örgüte bağlı olmak nerede olursa olsun haksızlığın karşısında olmayı gerektiriyor. Aidiyetliğimiz bu örgüttür. Onun adı da insanlıktır.
Sadece Türkiye’nin değil elbette. Tüm Dünya’nın bu konuda alması gereken çok yol var.