Spor Haberleri

Köşe Yazıları

29 Aralık 2014 Pazartesi

Kremalı Ispanak Salatası



Mutfak Arsızı yeniden karşınızda...

Şimdi size yemeklerinizin yanında özellikle et ağırlıklı yemeklerle birlikte tüketebileceğiniz bir ıspanak salatası tarifi vereceğim.

Oldukça kolay bir tariftir.

Gerekli malzemelere bir göz atalım önce.

    Yarım kilo temizlenmiş ayıklanmış ıspanak (çok iyi temizlenmeli)
    100 ml krema (çırpıldığında 3 kat kadar artabiliyor)
    İstediğiniz kadar mısır tanesi (abartmayın tabi)
    kurutulmuş domates
    kırmızı soğan
    tuz
    karabiber
    fesleğen (kuru)

Şimdi gelelim ilk önce yapılması gerekene... Ispanakların iyice temizlendiğinden emin olduktan sonra kendilerini suya atıp haşlamaya başlayın. Suya az miktar da sıvı yağ ekleyin. Suyun önceden kaynaması gerekiyor tabi. Bu haşlama işlemi çok uzun sürmeyecek. Ispanağın makbülü her sebzede olduğu gibi az pişmiş olanı...

Haşlama işlemi sürerken bir küçük kırmızı soğanı küçük küçük doğrayın. Kırmızı soğan taneleriyle aynı miktarda olacak şekilde kurutulmuş domatesleri de küçük küçük doğrayın. Hepsini haşlanmakta olan ıspanağa boşaltın. Kısa bir süre de tencerede birlikte takılmalarına izin verin. Sonra tencereyi süzgece boşaltıp iyice süzün. Suyu dökmeyin sakın. Sonra güzel bir çorba yapımında kullanabilirsiniz. Hatta küçük bir tarif yine burada yer alacak. Merak etmeyin yarı yolda bırakmam. (Arsız olabilirim ama vefasız değilim)

Ispanaklar içindeki diğer dostlarıyla birlikte bekleyedursun, siz de kremanızı bir kasede çırpmaya başlayın. Unutmayın krema iyice soğutulmuş olmalı. Çırptığınız krema gözlerinizin önünde kocaman olacak. Ellere vermeye kıyamayacaksınız belki. Ama artık yapmanız gerekeni yapmak için öncelik ıspanakların içine haşlanmış mısır tanelerini boşaltın. Karıştırıp içine kremanızı dökün. Amanın... Kremanın içine ya da ıspanaklar haşlanırken tencereye  tuz, karabiber de katın. Unutmadan söyleyeyim. Elde ettiğiniz karışım tam görsel şölen olacak. Bu şölenin üzerine kuru fesleğen de katarsanız salatanız hazır demektir.

Yemek yapmak aşk işidir. Aşk da varsa lezzetinden şüphe etmeyin. Afiyet ola!

Seçme şansım olsaydı Frederico Rodriguez Santos derdim!


Bazı gerçekleri erken öğrendiğinde örneğin, göbek adının kimlikte yer almasa da Şaban olduğunu öğrendiğinde eğer çocuksan durumu biraz zor kabulleniyorsun. Şaban ismi birkaç kuşak için alay konusu bir isimdir çünkü. Şapşallıkla özdeşleştirilmiştir. Falan…

Bu bir erkek ismi... Ve birçok komedi filminde, sevimli ama şaşkın bir karakterin ismi olarak kullanılmıştır. İnek Şaban akıllara kazınmış bir tamlama olmuştur böylelikle. Aşırı muhafazakârlara göre bu Yeşilçam’ın bilinçli bir İslam düşmanlığıdır. Şaban İslamiyet’e göre kutsal üç aylardan biri olduğu için, alışkın olduğumuz tuhaf dindar reaksiyonundan nasibini almıştır Yeşilçam.

Oysa bu isimle ilgili önyargı diğer tarafta yani kendini daha çağdaş tanımlayan ya da tanımlayabilecek kimselerde de bir şekilde karşılık bulabiliyor. Şaban kelimesini ‘aptal’ gibi bir sıfat olarak kullanmaya alışkın ciddi bir kitle var. Bu kitle isminizin “Şaban” olduğunu öğrendiğinde bununla ilgili kafasında var olan etikete kodlayıveriyor sizi. Örneğin, ufak bir deney yaparak göbek adımın resmi olmasa da “Şaban” olduğunu söylediğimde pek çok arkadaşımın kafasında bu etiketin karşılığı olarak alay etme arzusu uyanıveriyor. Durun, durun yargılamıyorum. Bu gayet normal… Geçmişten bu yana tüm öğrenme sürecini önyargılar üzerine oturtmuş, Dünya üzerindeki halkları bile önyargılarla etiketlemiş bir toplumun bir isimle ilgili alaycı tutumu bir şey değil.  Kendi yaşadığı ülkenin coğrafi durumuna göre etiketler oluşturmuş bir toplum için önyargı geliştirmek işten sayılmaz! Örneğin dağlık bölgede yaşayan insanı ayıyla özdeşleştirip uygarlıktan uzak bir canlı olarak nitelerler. Bütün kaba insanları “dağdan gelenler” kategorisine yerleştirirler. Bunu ‘çağdaş’ olanlar yaparlar bir de. Sonra Taksim’e eğlenmeye giden herkesi ‘ahlaksız’ olarak değerlendirenleri eleştirirler. Farkında değillerdir ki iki taraf da aynı tür hastalıktan, önyargıdan beslenmektedir. Örnekler çoğaltılabilir. Politik pek çok çözümleme de bu yolla yapılabilir. Ama şimdi biraz kendi göbek ismimin “Şaban” olmasından dolayı asla sıkıntı yaşamadığımı ve kimsenin bundan dolayı sıkılmamasını söylemeye çalışacağım. Bunu da naçizane sosyo-psikolojik çıkarımlarla yapacağım.

Benim göbek adım Şaban. Kimliğe yazılmamış tabi. Bu benim seçimim değil…

Dünyaya geldiğinizde seçemediğiniz tek şey de göbek adınız değil. Daha ona gelene kadar pek çok seçim dışı standartları kabullenmek zorundasınız. Söylemeliyim ki eğer seçim şansım olsaydı adımı ve soyadımı Frederico Rodrigues Santos olarak belirlerdim. Göbek adım yine Şaban olabilir. Bak bakalım… Şaban Frederico Rodrigues Santos… Allah Allah! Hiç şüpheniz olmasın ki baştaki Şaban ismi asla yukarıdaki alaycı çağrışımlara neden olmayacaktır. Bu da bizdeki ‘Batılının’ acınası halidir işte. Esnaf lokantasına gidip kıymalı makarna yemez de pahalı bir restoranda bolonez soslu spagetti yer ya kimisi, öyle işte…

Tüm mesele etikette yani… Ama farkında olan için her ikisi de aynıdır sonuçta…

Bana Frederico diye seslendiğinizde etraftaki insanların beni tanımadan bana hayranlık duyacağını izleyeceksiniz. Şaban diye seslendiğinizde ise biri su içerken bu şoka yakalanıp suyu püskürterek gülebilir. Her ikisi de garip bir etiketleme sisteminin beyinsel işleyişi ele geçirmesi sonucu oluşan hastalıktır. Çünkü o sistem Frederico’yu daha karizmatik ve kusursuz kategoriye yerleştirir, Şaban’ı ise alt basamakta alay malzemesi deposuna…

Ya… Göbek adım Şaban. Frederico da olabilirdi. Ama ben böyle olsaydı bu yazıyı yazamazdım. “Haydi, bitti” demezsem de bitmeyecek bu yazı ayrıca.




2015'ten şimdiden haberdarım!

Haberleri takip etmek için kullanılabilecek en iyi uygulama Hürriyet E-gazete olsa gerek. Hem basılı gazete okuma keyfini yaşarken, hem de güncel haberlere ulaşabilme imkanı sunuyor. Uygulamanın son güncellemeleri ile de; hava durumuna, burcuma, finans haberlerine ve sinema rehberine ulaşabiliyorum. Hürriyet E-Gazete'nin en güzel yanı da (sona sakladım) bir sonraki günün haberlerini 00:00'da alınıyor olması.
Şimdi de sizi Hürriyet E-gazete'nin yılbaşı paketi ile tanıştırmak istiyorum. Bu pakette Hürriyet E-Gazete'nin yanı sıra, Elle ve Atlas dergilerinin dijital kopyası var :)
Haberleri ve gündemi hem gazete okuma keyfini yaşayarak takip etmek isteyenler, hem de ben gazetemi okurken bir yandan da falıma da bakarım, filmlerden de haberim olur diyenler yılbaşı paketini kaçırmasın derim! Hem de kısa bir süre için sunulan bu paketi alıp, gazete keyfini sürerken modayı Elle ile takip de edebilir, Atlas okuyarak da farklı keşifler yaşayabilirsiniz.
Yeni yılda sevdiklerine sevdiğin şeyleri hediye etmek de adettendir. Siz de arkadaşlarınıza ve gazetesiz olmaz diyen aile üyelerinize 6 aylık veya 1 yıllık versiyonları olan Hürriyet E-Gazete paketlerinden birini hediye edebilirsiniz. Her gün kullandıkça sizi hatırlasınlar:)
Daha ayrıntılı bilgi almak için sitelerini ziyaret edebilirsiniz.
Bir boomads advertorial içeriğidir.

17 Aralık 2014 Çarşamba

Güvercin Hüznünün Öğrettikleri



İnsan niye küser ki? Bir insana küsmenin gerekçesi olabilir elbette. Küsmek kavramı negatif olduğundan iyi bir şey sayılmaz. Ama birine küsmenin meşru zeminini kurabilirsin.

Ancak birine küsüp başka bir eyleme de eşzamanlı küsmek ne ola ki? Örneğin ben bir davada benim yanımda yer almadığı için Radikal Blog’a küsüp yazmayı bıraktım. Bunun haklı bir yanı yok. Radikal Blog’a olan kızgınlığımın  gerçekçi sebepleri var tabii.

Kendimden bahsettiğim yazı sayısı çok azdır. Ancak bazı önemli gördüğüm dönüm noktalarında bazı yaşanmış notları aktarmayı severim.

Yeniden yazı serüvenine eskisi kadar yoğun olmasa da başlamadan önce, azıcık kafanı şişireyim dedim. Estağfurullah dediğini duyar gibiyim. Neyse sulandırmayayım.

Yıkmak, yok etmek, o kadar kolay ki… Bunu ilk idrak ettiğimde daha altı yaşındaydım. Evin arka odasının penceresine bir güvercin yuva yapmış ve oraya yumurtlamıştı. Bense bu manzarayı izlerken içimdeki dürtüye engel olamamış yumurtayı incelemek istemiştim. Güvercin orada değilken yumurtayı aldım ve elimde hafifçe sıkmış olmama rağmen yumurta kırılıverdi. Parmaklarımdan vücuduma bir acı yayıldığını hissettim. Bir anayı evlatsız bırakmıştım.

Altı yaşında olmak bir bahane değildi. Söz konusu bir candı. O güvercin o güne kadar güvenli olduğunu düşündüğü pencere önümüzden yuvasını karşı apartmana taşımıştı. Güvercinin acılı ötüşü hala kulaklarımda… O günkü döktüğüm gözyaşını hiçbir zaman dökmedim.

Şimdileri tüm adımım o güvercin beni affetsin diyedir aslında. Onun canından parçayı yok ettiğim için özür dilemek gibidir. Bir var etme ve var olma azmi bundandır. Üreterek çoğaltmak, mutluluk ve güzellik saçmak…

Tüm dünyada kitlesel olarak yok ediliyor hayatlar… İnsanlar yalanla dolanla birbirlerinin hayatını tüketiyor. Ve bunları söylemek gerek… Bunları söyledikçe fark edilecek. Fark edildikçe güzelleşecek hayat.

Yazmak, filmler yapmak, müzik yapmak… Üretmeye devam etmek gerek…

Bendeki bu üretim sevdasının geçici bir heves olmadığını gösteren çok sayıda not var. Örneğin 9 ya da 10 yaşındayken Şile’deki mahalle oyunlarımız… İki mermer parçasının arasına kiremit tozu ve tükürük ekleyip (kusura bakma okuyucu ama öyle işte) mermerleri birbirine sürtmek suretiyle iki mermerde farklı şekiller oluşturmaya çalışmak… Bu daha ilerleyen yaşlarda denizden beyaz taş toplayıp rengârenk boyama işine, o da daha sonra kendi ürettiğim tabletlere basit çizimler yapma faaliyetine dönüşmüştü. En minimal çalışmam ise aslında 11 yaşlarındayken yaptığımdı. PTT’nin teknik işlerinin yapıldığı binasının bahçesinden görevini bitirmiş makaralardan renkli telefon kablolarını toplayarak bilezik, yüzük ve kolye üretiminde kullanmıştım. Oturduğumuz evin yanındaki pansiyonda kalan bütün ablalar takılarını benden alırdı mesela.

Lise çağlarında ise radyolarda yer almayacak bir radyo programını kasetlere kaydederek birkaç arkadaşa düzenli olarak dağıtıyordum. Bugün hala anlatılır o günler.

Bu arada müzikle tanıştım tabi.

Müzik bugünkü işim… Bununla birlikte yazma, çizme işlerini de yürütmeye gayret edip tüketmek yerine üretmek sevdasıyla yaşamımı sürdüreceğim. Yemek yapıyor oluşum da üreterek mutlu etme arzusunun bir ürünü… Bu parmaklar o gün o güvercinin yumurtasını yok edince vücuduna yayılan acıyla öğrendi belki bunu… Yok etmemek, üretim yapmak, aşk ve sevgi yaymak… Üretmeye küsmenin bir âlemi yok. Belki o güvercin de çoktan affetmiştir beni. Kim bilir? Belki de kısa sürede unuttu bu acıyı. Bilemem ki…

Bir biti oluşturan atomla beni oluşturan atom aynı... Ne diye böbürleneyim ki? Öte yandan bir yıldızı oluşturan atomla da beni oluşturan atom aynı... Öyleyse niye daha fazlasını istemeyeyim? Hem hiç hem de çok oluşumuz bundandır. Evet… Ne olursak olalım. Üretimden vazgeçmek sonsuz bir hiçlik değil midir ki?