Spor Haberleri

Köşe Yazıları

17 Aralık 2014 Çarşamba

Güvercin Hüznünün Öğrettikleri



İnsan niye küser ki? Bir insana küsmenin gerekçesi olabilir elbette. Küsmek kavramı negatif olduğundan iyi bir şey sayılmaz. Ama birine küsmenin meşru zeminini kurabilirsin.

Ancak birine küsüp başka bir eyleme de eşzamanlı küsmek ne ola ki? Örneğin ben bir davada benim yanımda yer almadığı için Radikal Blog’a küsüp yazmayı bıraktım. Bunun haklı bir yanı yok. Radikal Blog’a olan kızgınlığımın  gerçekçi sebepleri var tabii.

Kendimden bahsettiğim yazı sayısı çok azdır. Ancak bazı önemli gördüğüm dönüm noktalarında bazı yaşanmış notları aktarmayı severim.

Yeniden yazı serüvenine eskisi kadar yoğun olmasa da başlamadan önce, azıcık kafanı şişireyim dedim. Estağfurullah dediğini duyar gibiyim. Neyse sulandırmayayım.

Yıkmak, yok etmek, o kadar kolay ki… Bunu ilk idrak ettiğimde daha altı yaşındaydım. Evin arka odasının penceresine bir güvercin yuva yapmış ve oraya yumurtlamıştı. Bense bu manzarayı izlerken içimdeki dürtüye engel olamamış yumurtayı incelemek istemiştim. Güvercin orada değilken yumurtayı aldım ve elimde hafifçe sıkmış olmama rağmen yumurta kırılıverdi. Parmaklarımdan vücuduma bir acı yayıldığını hissettim. Bir anayı evlatsız bırakmıştım.

Altı yaşında olmak bir bahane değildi. Söz konusu bir candı. O güvercin o güne kadar güvenli olduğunu düşündüğü pencere önümüzden yuvasını karşı apartmana taşımıştı. Güvercinin acılı ötüşü hala kulaklarımda… O günkü döktüğüm gözyaşını hiçbir zaman dökmedim.

Şimdileri tüm adımım o güvercin beni affetsin diyedir aslında. Onun canından parçayı yok ettiğim için özür dilemek gibidir. Bir var etme ve var olma azmi bundandır. Üreterek çoğaltmak, mutluluk ve güzellik saçmak…

Tüm dünyada kitlesel olarak yok ediliyor hayatlar… İnsanlar yalanla dolanla birbirlerinin hayatını tüketiyor. Ve bunları söylemek gerek… Bunları söyledikçe fark edilecek. Fark edildikçe güzelleşecek hayat.

Yazmak, filmler yapmak, müzik yapmak… Üretmeye devam etmek gerek…

Bendeki bu üretim sevdasının geçici bir heves olmadığını gösteren çok sayıda not var. Örneğin 9 ya da 10 yaşındayken Şile’deki mahalle oyunlarımız… İki mermer parçasının arasına kiremit tozu ve tükürük ekleyip (kusura bakma okuyucu ama öyle işte) mermerleri birbirine sürtmek suretiyle iki mermerde farklı şekiller oluşturmaya çalışmak… Bu daha ilerleyen yaşlarda denizden beyaz taş toplayıp rengârenk boyama işine, o da daha sonra kendi ürettiğim tabletlere basit çizimler yapma faaliyetine dönüşmüştü. En minimal çalışmam ise aslında 11 yaşlarındayken yaptığımdı. PTT’nin teknik işlerinin yapıldığı binasının bahçesinden görevini bitirmiş makaralardan renkli telefon kablolarını toplayarak bilezik, yüzük ve kolye üretiminde kullanmıştım. Oturduğumuz evin yanındaki pansiyonda kalan bütün ablalar takılarını benden alırdı mesela.

Lise çağlarında ise radyolarda yer almayacak bir radyo programını kasetlere kaydederek birkaç arkadaşa düzenli olarak dağıtıyordum. Bugün hala anlatılır o günler.

Bu arada müzikle tanıştım tabi.

Müzik bugünkü işim… Bununla birlikte yazma, çizme işlerini de yürütmeye gayret edip tüketmek yerine üretmek sevdasıyla yaşamımı sürdüreceğim. Yemek yapıyor oluşum da üreterek mutlu etme arzusunun bir ürünü… Bu parmaklar o gün o güvercinin yumurtasını yok edince vücuduna yayılan acıyla öğrendi belki bunu… Yok etmemek, üretim yapmak, aşk ve sevgi yaymak… Üretmeye küsmenin bir âlemi yok. Belki o güvercin de çoktan affetmiştir beni. Kim bilir? Belki de kısa sürede unuttu bu acıyı. Bilemem ki…

Bir biti oluşturan atomla beni oluşturan atom aynı... Ne diye böbürleneyim ki? Öte yandan bir yıldızı oluşturan atomla da beni oluşturan atom aynı... Öyleyse niye daha fazlasını istemeyeyim? Hem hiç hem de çok oluşumuz bundandır. Evet… Ne olursak olalım. Üretimden vazgeçmek sonsuz bir hiçlik değil midir ki?


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder