İnsan niye küser ki? Bir insana
küsmenin gerekçesi olabilir elbette. Küsmek kavramı negatif olduğundan iyi bir
şey sayılmaz. Ama birine küsmenin meşru zeminini kurabilirsin.
Ancak birine küsüp başka bir
eyleme de eşzamanlı küsmek ne ola ki? Örneğin ben bir davada benim yanımda yer
almadığı için Radikal Blog’a küsüp yazmayı bıraktım. Bunun haklı bir yanı yok.
Radikal Blog’a olan kızgınlığımın
gerçekçi sebepleri var tabii.
Kendimden bahsettiğim yazı sayısı
çok azdır. Ancak bazı önemli gördüğüm dönüm noktalarında bazı yaşanmış notları
aktarmayı severim.
Yeniden yazı serüvenine eskisi
kadar yoğun olmasa da başlamadan önce, azıcık kafanı şişireyim dedim.
Estağfurullah dediğini duyar gibiyim. Neyse sulandırmayayım.
Yıkmak, yok etmek, o kadar kolay
ki… Bunu ilk idrak ettiğimde daha altı yaşındaydım. Evin arka odasının
penceresine bir güvercin yuva yapmış ve oraya yumurtlamıştı. Bense bu manzarayı
izlerken içimdeki dürtüye engel olamamış yumurtayı incelemek istemiştim.
Güvercin orada değilken yumurtayı aldım ve elimde hafifçe sıkmış olmama rağmen
yumurta kırılıverdi. Parmaklarımdan vücuduma bir acı yayıldığını hissettim. Bir
anayı evlatsız bırakmıştım.
Altı yaşında olmak bir bahane
değildi. Söz konusu bir candı. O güvercin o güne kadar güvenli olduğunu
düşündüğü pencere önümüzden yuvasını karşı apartmana taşımıştı. Güvercinin acılı
ötüşü hala kulaklarımda… O günkü döktüğüm gözyaşını hiçbir zaman dökmedim.
Şimdileri tüm adımım o güvercin
beni affetsin diyedir aslında. Onun canından parçayı yok ettiğim için özür
dilemek gibidir. Bir var etme ve var olma azmi bundandır. Üreterek çoğaltmak,
mutluluk ve güzellik saçmak…
Tüm dünyada kitlesel olarak yok
ediliyor hayatlar… İnsanlar yalanla dolanla birbirlerinin hayatını tüketiyor.
Ve bunları söylemek gerek… Bunları söyledikçe fark edilecek. Fark edildikçe
güzelleşecek hayat.
Yazmak, filmler yapmak, müzik
yapmak… Üretmeye devam etmek gerek…
Bendeki bu üretim sevdasının
geçici bir heves olmadığını gösteren çok sayıda not var. Örneğin 9 ya da 10
yaşındayken Şile’deki mahalle oyunlarımız… İki mermer parçasının arasına
kiremit tozu ve tükürük ekleyip (kusura bakma okuyucu ama öyle işte) mermerleri
birbirine sürtmek suretiyle iki mermerde farklı şekiller oluşturmaya çalışmak…
Bu daha ilerleyen yaşlarda denizden beyaz taş toplayıp rengârenk boyama işine,
o da daha sonra kendi ürettiğim tabletlere basit çizimler yapma faaliyetine
dönüşmüştü. En minimal çalışmam ise aslında 11 yaşlarındayken yaptığımdı. PTT’nin
teknik işlerinin yapıldığı binasının bahçesinden görevini bitirmiş makaralardan
renkli telefon kablolarını toplayarak bilezik, yüzük ve kolye üretiminde
kullanmıştım. Oturduğumuz evin yanındaki pansiyonda kalan bütün ablalar
takılarını benden alırdı mesela.
Lise çağlarında ise radyolarda
yer almayacak bir radyo programını kasetlere kaydederek birkaç arkadaşa düzenli
olarak dağıtıyordum. Bugün hala anlatılır o günler.
Bu arada müzikle tanıştım tabi.
Müzik bugünkü işim… Bununla
birlikte yazma, çizme işlerini de yürütmeye gayret edip tüketmek yerine üretmek
sevdasıyla yaşamımı sürdüreceğim. Yemek yapıyor oluşum da üreterek mutlu etme
arzusunun bir ürünü… Bu parmaklar o gün o güvercinin yumurtasını yok edince
vücuduna yayılan acıyla öğrendi belki bunu… Yok etmemek, üretim yapmak, aşk ve
sevgi yaymak… Üretmeye küsmenin bir âlemi yok. Belki o güvercin de çoktan
affetmiştir beni. Kim bilir? Belki de kısa sürede unuttu bu acıyı. Bilemem ki…
Bir biti oluşturan atomla beni
oluşturan atom aynı... Ne diye böbürleneyim ki? Öte yandan bir yıldızı oluşturan
atomla da beni oluşturan atom aynı... Öyleyse niye daha fazlasını istemeyeyim?
Hem hiç hem de çok oluşumuz bundandır. Evet… Ne olursak olalım. Üretimden
vazgeçmek sonsuz bir hiçlik değil midir ki?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder