Ayasofya, üzerinde yaşadığımız coğrafya için önemli bir
sembol… Bizans İmparatorluğu’nun 567 yılında, başkenti Konstantinopolis’te Hristiyan
dünyasının sembollerinden biri olarak inşa ettirdiği Ayasofya, (Hagia Sophia)
çok özel bir yapıydı. Fatih Sultan Mehmet’in 1453 yılında İstanbul’u işgal edip
ele geçirmesinin ardından camiye çevrildi.
Cumhuriyet’in ilanından sonra 1934’te dengeli bir politika
oluşturmak hedeflenmiş olsa gerek, Ayasofya müzeye çevrildi. Ancak mesele
burada kalmayacaktı. Ayasofya’nın yeniden cami olması için dini toplulukların eylemleri
yıllarca devam etti. 12 Eylül darbesinden kısa bir süre önce kısmen ibadete
açılan Ayasofya, darbenin ardından yeniden ibadete kapatıldı. Müze olarak kalan
tarihi yapının, sonunda 10 Şubat 1991’de
Hünkâr Mahfili kısmının namaza açılmasıyla tartışmalar ortadan kalktığı
düşünüldü.
Ancak Türk-İslam senteziyle meydana gelmiş olan toplumsal
algıya hâkim olduğu ülkenin Ayasofya üzerindeki hayalleri ortadan kalkmış
değil. Üstelik Meclis çatısı altında da ufaktan konuşuluyor. Eski Türk Tarih
Kurumu Başkanı MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu’nun önerisi ile Ayasofya
tartışması yeniden alevlenecek gibi… Halaçoğlu, 7 Kasım’da Ayasofya’nın cami
olarak açılmasını isteyerek bunun sebebini Twitter üzerinden “Müze yapılması
hususunda çıkarılan 7.11.1934 tarihli kararname sahte çıktı. Resmi Gazete'de
yayımlanmamış. ‘Atatürk’ adı verilmeden onun adı kullanılmış. Bu soyadı
verilmeden adı böyle kullanılmış” sözleriyle açıkladı. Ve bu gerekçe de yeni
bir gerekçe değil. Pek çok kez dillendirilmişti.
Peki, Ayasofya konusundaki bu anlaşmazlığın sebebi ne? Neden
aslında bir kilise olan bir mekânın müzeye dönüştürülmesinden ve böylece dinler
arasında eşit mesafeyi simgelemesinden rahatsız olunuyor? Neden cami olmasında
inat ediliyor?
Ayasofya İstanbul’un İslam coğrafyasına dâhil olmasıyla
birlikte ‘fetih’ denen olayın tamamlayıcısıydı. Ayasofya’daki dönüşüm kentin el
değiştirmesinin önemli bir sembolüydü. Dolayısıyla müze olması, Osmanlıcılar
için bir kayıp olarak algılanmaktaydı ve kısmen ibadet edebilme imkânı bile bu
yargıyı kırmaya yetmedi.
Bugün Türkiye’deki milliyetçi hareketin Ayasofya mücadelesi,
bu bitmeyen fetih kavgasından kaynaklanıyor. Üstelik Ayasofya, medeniyetler
merkezi coğrafyamız için güzel sembollerden biriyken, bir dinin ibadethanesi
olmaya indirgenmesi, onun tarafsızlığına zarar vermekten başka bir sonuç
doğurmayacağı gibi bir de yanlış tarih okumasına işaret ediyor.
Tarihe saygısını, ancak kendi ırkının veya dininin hâkim
olduğu dönemle sınırlayan bir algıdan bahsediyoruz.
Ayasofya bir Bizans eseridir. Ve onu camiye çevirmekte inat
etmek, tarihi işgal etmeye devam etmek ve bu ‘fetih’ algısını devam ettirmek, o
coğrafyaya, insanlığa bir fayda sağlamaz. Adil olunacaksa İstanbul’un tarihini
oluşturan hiçbir unsuru reddetmemek gerekiyor. Ayasofya’yı cami yapmaya
diretmek değerleri asimile etme çabasından başka bir şey değil…
Ayasofya kiliseydi. Sonra müze oldu. Bana soracak olursanız
müze olarak kalması yeterli değil. Eğer tarihe saygı göstereceksek,
Hristiyanlar için de zaman zaman ibadete açılsa Ayasofya’nın hakkı teslim
edilmiş olur. Onun cami olmasına inat etmek istilacı bir anlayıştan başka bir
şey değildir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder