Kısacık anlara bakıyordu gün. Soğuktu. Bazen de sıcak… Sanki
onu ararken komut verir gibiydi. Şimdi soğuk… Şimdi sıcak…
Önce gözleri geldi. Uzun bir yolculuk gibiydi bakışları… Ve
poyraz eserken, hiç dinmeyecek bir ateş yanıyordu. Nasıl diyeyim? Daha hamken
yüreğim cayır cayırken, yanarken nice olurdu hallerim? Bilgelerin tüm sözlerini
okur gibiydim. Ona bakmak kayıp ve eşsiz bir kitabı sonsuza dek okumak gibiydi.
Sonra, bilmiyorum nasıl olduysa… Sesi geldi. Sanki uzak
iklimlerin müjdelerini seslenir gibi fısıldadı. Sonra
nasıl olduysa karşımda
gördüm bedenini. Sessizdi önce. Önce… Adını söylemedi. Adımı söylemedim.
Yollarımız ayrılacaktı. Biliyordum. Bir yağmur yağsa o an
ağlıyorum sanırdı toprak. O kadar hüzünlü… İlk görüşte hüzün dedikleri bir aşk…
Adını söylemedi. Sadece konuştu. Sesi bir ılık esinti gibi
yüzümde bir okşayıştı. O an tüm rüzgârlar esse her yönden… Hem de soğuk esse…
Felç edecek gibi hem de… Asla sakınmazdım kendimi. Gözleri, sesi… Ve belki de
dudakları yetişirdi sıcacık. Ve belki de sarmalardı aniden. Yüzümü okşardı
elleri.
Adını bile söylememişti. Adımı söylememiştim. Zaten kim
sormuştu şu güne dek? Bankaların çağrı merkezleri bile önceden biliyor olurken
adımı, adın ne önemi vardı?
Sonra kısa bir yürüyüşte yakaladım ikimizi. Yanımda elleri
ellerime kaçamak dokunuyordu. Tutmalı mıydım? Tuttum. İşte o an tüm
gerçekleşmesini istediğim hayallerim bir bir gerçekleşmiş gibiydi. Sanki o an
bir dere kurusa bir yerlerde, hadi gidelim diyecektik. El ele kurtaracaktık bir
suyu kurumaktan.
Oysa önce kuruyan dudaklarımın çaresini bulmalıydım. Belki
onun dudaklarında… Belki o dere kurumadan yüzümü yıkayacağım yabancı sularından
medet umacaktım. Ne bileyim?
Sonra bana döndü aniden. Şimdi ayrılık vakti dedi. Yüzüme
yaklaştı yüzü. O büyük çarpışma… Bir gezegen oluşur gibi… Bir hayat filizlenir
gibi… Milyarlarca yıl hayatı müjdeler gibi…
Sonra gitti. Adını söylemedi. Adımı söylemedim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder