Varsıl insanların uyku saatiydi.
Ve yine o varsıllığın ışıklı reklam panolarının altında ne hayatlar yitecekti
bu gece. Adam malzemelerini son defa kontrol etti. Bugün iki iş yapacaktı. Biri
kocasından kurtulmak isteyen bir kadın için... Kocasını arabayla ezip kaçacak,
kaza süslü bir ölüm işleyecekti sokaklara. Bir diğer iş ise çok bilindik bir
mafya hesaplaşmasıydı. Artık mafya kendi adamlarını değil, onun gibi
profesyonelleri seçiyordu. Mafya bile taşeronlaşmıştı. Suçu paylaşmak ne kadar
rahatlatıcıdır peki? Rahat olduğu söylenemezdi. Aslında kim rahattı ki?
Şirketlerin yüksek maaşlı çalışanları mı? Silah üreten fabrikaların işçileri
mi? İnsanları tüketim çılgınlığıyla paralar kazananlar mı? İşte bir kiralık
katil olarak o da en az onlar kadar rahattı. Bir dakika, bir dakika... Sadece
kendini kandırıyordu. Elindeki kanı bu avuntuyla temizleyemezdi.
Kaçırdığı adam arabanın bagajında
elleri bağlı, ağzı bantlı olarak baygın yatarken ilk işini gerçekleştirmek için
yola koyuldu. Şehrin ışıkları da suça ortaktı yolları aydınlatırken. 'Bu da mı
rahatlama sebebi?' diye düşündü adam. Evine dönmekte olan kurban karşıya
geçmeye hazırlanırken hiç gözünü bile kırpmadı otomobili üzerine sürürken
katil. Tampon ve insan etinin yürek burkan ses uyumu kısa bir gürültüye neden
oldu.
Varsıl insanların uykusunu
bölemedi bu gürültü.
Katil fren yaptı. Öldüğünden emin
olmak geri geri sürdü tekrar arabayı. Ve tekrar üzerinden geçerken o 'öldürme
zevkini' bir kez daha tatmış oldu. İşini yapmış olmanın rahatlığı... İşlediği
hiçbir cinayeti kendi suçu gibi görmemesi... Hiç tanımadığı bir insanın ölümüne
de işte bu yüzden hiç üzülmüyordu. Yine uydurma avuntular... Gerçeği de hiçbir
şey değiştirmezdi.
Diğer kurbanı için mekân aramaya
başlamalıydı artık. Son işini de yapacak, evine gidip uykuya dalacaktı. Yarınsa
banka hesabına yatacak paraları kontrol edecekti. Mekân ormanlık bir yer
olmalıydı. Kanla sulanacak güzel bir toprak parçası... Ne büyük bir tezattı?
Yol kenarında ağaçların arasında
kuytu bir yere park etti arabayı adam. Arabadan indi. Bagajı açmak için arkaya
yöneldi. Bagajı açtı ve kurbanını dışarı çıkardı. Ayaklarını çözdü. Adam
ayılmıştı. Yaşlı gözlerinde korku okunuyordu kurbanın. Katilin iterek
yönelttiği ağaçların arasına yürürken, kurban olacağını bilen bir koyun
gibiydi. Neden öleceğini biliyordu. Ama katil neden öldüreceğini bilmiyordu.
Bilmemeyi de kendi seçerdi. İşine ‘duygu' karıştırmamayı bir ‘ilke' edinmişti.
Kurbanı diz üstü önüne çöktürdü.
Bakışlarındaki yalvarışı, acınası ağlayışını gizlemek için gözlerini bağladı
adamın. Son duasını etmesini bekledi. En inançsız insanların bile bir son duası
vardır. En azından lanet okurlar hayata; dua olmasa bile... Titreyen
dudaklarından çıkan fısıltılara kulak verdi katil, kurbanının. Ama artık tetiği
çekmeliydi. Çekti; tam alnına doğru... Ve sonuncusunu da kalbine gönderdi. Bir
namlunun ucunda, bir hayat daha yitmişti.
Varsıl insanlar uyumaya devam
ediyordu.
Katil arabasına bindi. Yoluna
devam ederken yol kenarında bir sarhoş gördü. Şişesindeki son yudum şarabı, son
bir güçle kafasına diken, sonra da biten şaraba lanet edip, bol salyalı bir
küfürle şişeyi caddeye fırlatan adamı izledi. Adam ölmekteydi. Katili kimdi?
Sessizce ölen bu adamı kim öldürüyordu; kendisi mi? Dün köprüden atlayan genç
adamın ve bu sabah üçüncü sayfa kahramanı intihar kurbanlarının katili? 'Yoksa
ben miyim?' diye düşündü adam. Kendini her cinayetin katil zanlısı olarak
gördüğü, vicdan muhasebesi dakikalarıydı. Ancak kendi öldürdüklerine karşı
duymazdı bunu. Peki, kendini suçlu hissederken neden sorumlu olduğu ölümleri
düşünmezdi? Bilemedi. Bilemeyecekti.
Şehir geceyi yolcu ederken şehrin
kaza süslü ve kanlı köşeleri bir bir aydınlanıyordu. Yaşama sebeplerini tüketip
ölüme yürüyenler, yaşamaya sebebi varken sebepleri tüketilenlerle doluyordu
şehrin her bir köşesi.
Varsıl insanların uyku saatleriydi.
Rüyalar, sabah olunca dostlara anlatmak için önemliydi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder