Sabah gözlerimi açtığımda
şaşkınlıkla tavana bakmamın sebeplerini araştırmalıyım. Ama bu konuyu bilinmez
bir tarihe erteleyeceğim. Asıl konumuz “ekmek parası…” Ekmek parası ve onun
ardından pek çok şeyin parası… Çok küçükken, ama o kadar da küçük değilken (ya
da pek çok şeyin farkında olacak kadar büyükken) zengin olmayı hedeflememiştim
hiç. Hayallerim gerçek olsun da az parayla da olsa geçinirim, derdim. Çocuk
aklı işte… E be evladım, o hayaller gerçekleşirken internetin altı harıl harıl
yanıyor, ocakta kahve suyu eksik olmuyor, cebinde nakit olmadığı için
bankaların sana vermek için sıraya girdiği kredi kartlarının cüzdanında
sıralanmış ve limitlerine dayanmış olma ihtimali de yüksek… Kim ödeyecek bunları
ve birçok şeyin faturasını? Daha sofraya bile oturmadık; o konuya hiç
girmeyelim. Bak, küçücük aklınla zengin olmak istemedin, o dileğin gerçek oldu.
Neyse iş işten geçti. Küçücük çocuğa daha fazla yüklenmeyelim.
Zaten kıt kanaat olsun, benim
olsun bu hayat, dedim de müzik yapmaya başladım vaktinde. Yolunda gitti her şey
çoğu zaman. Ama işte piyasa şartları da malum… Yok, ekmek kavgası meselesine
girmeyeceğim. Bütün bunlar hakkında çok fazla paragraf geçirdim aklımdan son
günlerde. Aklımdan geçirip belleğimin dağınık salonuna attığım paragrafları bir
araya getirmeye çalışıyorum. Son zamanlarda her gün evdeyim. Boş durmayı
sevmem. Sokaklarda olmaya alıştığım için olsa gerek evde camları açıp salon ve
koridoru turluyorum. Çalışıyorum, yazıyorum derken bir de pek çok şeyi
düşünüyorum aynı anda. Kafam çok yoğun… Nerden başlayacağımı bilemediğimden
işlere, bir karmaşa yaşayabiliyorum. Ondan olabilir şu an “ ne diyor bu adam?”
türünden bakışın canım okuyucu. Ama illa ki bir şeyler çıkaracaksın
yazdıklarımdan.
Godot’u beklerken kapının
çalması, gelenin apartman görevlisi olması… “Ekmek lazım mı hocam?” diye
sorması ve benim yeniden gerçek hayata dönüşüm… Evet, ekmek lazım… Ekmek,
sabun, tıraş bıçağı, yumurta, süt, DVD, kitap, conta… Ama önce ekmek… “Evet,
Mehmet Abi, alayım” Mehmet Abi’nin beni müzik hocası zannetmesinin neticesinde
(kendi müzik hocası değil; genel…) bana hocam demesi, ama benim onu abim
sanmadan, ona abi demem ayrı bir çelişki… Gerçek hayata döner dönmez gereksiz
konularla kafamı meşgul etmeye başlamıştım bile.
Bir hayattan yüzlerce roman
çıkacak, diye sevinmiyor değilim. Ama önümde okunacak o kadar kitap var ki,
çıldırıyorum. Bunları sana yazarken diğer tarafımda üst üste en az dört kitap
duruyor. Neden? Birini seçip okumaya başlayacağım da ondan. Evde olmanın en
güzel yanlarından biri benim için. Ama bu evde olmayı sonsuza kadar sürebilir
kılmıyor, tabii. Bir oturuşta kalın sayılabilecek bir kitabı yarılamadan
kalkmadığımı düşünürsek bunu sağlamasından memnunum söz konusu durumun. Ancak en
başlarda bahsettiğim “zengin olma” meselesine dönmeliyim, ister istemez. Şimdi
biraz para kazanmak için çalışmalıyım. Her şey bir tarafa bu kitaplar suyunu
çektiğinde yenilerini almak için para lazım. Sözün kısası; yıllar yılı, bu
kadar boş kafalı zengin adamın olduğu yerde zengin olmaya tenezzül etmemiş ben,
e- posta kutuma gelen kredi kartı ekstreleri ve e olmayan- posta kutuma
sokuşturulan faturaların rakamlarını topladığımda, fatura olarak karşıma
çıkmayacak diğer giderleri de düşündüğümde biraz zengin olmaya tenezzül etmek
zorundayım. Bu gereksiz derece uzun cümle için özür dilerim okuyucu. Bir de
sözün kısası, demişim. Yeni fark ettim. Ama “Tam olarak ne demek istediğini
anlıyorum galiba” türünden bakışlarını görür gibiyim şimdi.
Son olarak buradan hayatımı
programlayan sistem yöneticisine sesleniyorum. Çocukken “zengin olmak şart
değil” diye özetlenecek düşüncelerimi çocukluğuma ver, emi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder