Askerlik kavramı ülkemizde, çağdaş ülkelerde olduğundan çok
daha fazla önemli… Hem pek çok konuda bir engel gibi göründüğünden, hem de
duygusal sebeplerden dolayı askerlik, ödenmesi gereken bir ‘borç’ olarak tüm
erkek yurttaşlarca benimsenmiştir. Benimsenmeye de zorlanmıştır bir bakıma.
Çünkü netice itibariyle askerlik ‘zorunlu’ bir hizmettir. Çağdaş ve demokratik
birçok ülkede askerlik gönüllülük ya da profesyonelleşme esasına göre
değerlendirilir. Yani askerlik, yapmak istemek ya da istememek tercihleriyle
belirlenen bir durumdur.
Devlet kurumunun vatandaşın özgürlüğünü kısıtlamak için
değil, onun özgürlüğünü sağlıklı yaşayabilmesi için var olması gerekiyor. Yani
devlet, insanların üzerinde bir baskı organı olmaktan vazgeçmeli. Dünya
tarihine baktığımızda teoride özgürlüğü, emeğin yüceliğini savunan sistemlerin
uygulandığı devletlerde bile militarist, baskıcı politikalara rastlanır.
Anlaşılacağı üzere devlet kavramı kendi hegemonyasını kurmak isteyen burjuva
sınıfının elinde bir baskı unsuru olarak kullanılmaktan kurtulamıyor. Öyle ki
burjuvanın el değiştirdiği her dönemde olduğu gibi baskılar, tutuklamalar,
siyasi linçlerle devlet ‘ülke çıkarı’ için canla başla çalışıyor.
İşte böyle bir sistemde emperyalist güçlerin bölgeye
hâkimiyetini kolaylaştırmaya hizmet edecek savaş senaryolarıyla karşılaşmak
işten bile değil. Öyle ki dünyanın yöneticisi ABD bölgedeki amaçları için
Türkiye’yi kullanmak konusunda elindeki tüm teşvik edici yolları kullanıyor.
(Time kapağı gibi) Sömürülmesi kolay fakir halkın ( direnen bir kısım var ki
onları ayrı tutmak gerek) bu süreçte başkaldırma gücünün ne kadar zayıf
olduğunu düşündüğünüzde yine olan ülkemin gencecik evlatlarına olacak,
diyebiliriz.
Askere gitmeme hakkının insani bir hak olduğunu idrak
edemeyen devlet, bu hakkı para karşılığı vererek kapitalizmi ne boyutta
içselleştirdiğini de gösteriyor. Aslında diyor ki eğer eline silah alıp
öldürmek ve kelle koltukta günler geçirmek istemiyorsan parasını öde. Tıpkı
monopoly türü masa oyunlarında olduğu gibi bu ülkede yaşamanın da bir oyuna
dönüştüğünü görebiliyoruz. Önceleri tartışmaya açar gibi yaptıkları vicdani red
hakkını şimdi hapis gerektiren bir suç olarak benimsediklerini
görmekteyiz. Demokratikleşme ve
sivilleşme adına attıklarını iddia ettikleri adımların da aslında birer siyasi
hesaplaşma olarak kalacağı gün gibi ortada artık.
Temel hak ve özgürlükler çerçevesinde bakılması gereken
vicdani red kavramına bir suç gözüyle bakılarak uluslar arası bir ‘ fikir’ suçu
işlenmiş olmuyor mu? AİHM’in verdiği kararlarda ve hazırlanan uluslar arası
raporlarda görüldüğü gibi devletin bu konudaki sicili kabarık… İnsan hakları
konusundaki devlet yetkililerinde gördüğümüz tavırdan anlaşılacağı üzere, bu
sicil daha çok kabaracak. Ancak sorgulamayan insanların yaşadığı bu ülkede,
halk başbakan ne söylerse doğru saymaya devam edecek.
Yazımı yine cevabı içinde gizli birkaç soruyla bitireyim.
Dersim Katliamı’nın özrünü diledi diye başbakanı alkışlayan liberal takım,
başbakan ve partisi araştırma komisyonu kurulmasıyla ilgili teklifi reddederken
uykuya mı daldı yine yoksa? Ya da vicdani red hakkını savunanlara ‘suçlu’
derlerken bu ‘demokrasi havarileri’ neden tek kelime yazmıyorlar? Başlarına bir
şey gelmiş olmasın?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder