Şimdi sizi bir yolculuğa
çıkaracağım. Çocukluğumun önemli bir kısmının geçtiği, ilk gençlik yıllarımın
tüm heyecanlarına sahne olmuş, hüznü de sevinci de çokça yaşadığım bir sahil
kasabasına gidiyoruz. Yani Şile’ye…
Elbette ki Şile, sadece benim
kısa tarihim için önemli değil… Bu coğrafya için ve hatta belki de Dünya için
de önemli bir tarihi özelliğe sahip… M.Ö. 12000–6000 yıllarını içine alan uzun
bir döneme ait tüm kalıntılar, Şile’nin Cilalı Taş ve Yontma Taş Dönemi’ndeki
yerleşimlerinin varlığını kanıtlıyor. Farklı uygarlıkların yaşama şansı bulduğu
bu küçük coğrafya, ismini eski Yunancada bir yaban çiçeğinden almaktadır. Kylia,
Aşil, Fhilee ve Artena gibi isimler de almıştır.
Şile çok sayıda mağarasıyla da
gizemli bir tarih kaynağı… Öyle ki Maşatlık denen alanın altında çok
sayıda pencereden oluşan mağaraların olduğu söyleniyor. Bu mağaralar gizli bir
yerleşim olduğunu da gösteriyor. “Maşatlık” gayrimüslim kişilerin
gömüldüğü yer anlamına geliyor. Orada etrafı duvarlarla çevrili mezarlık
kalıntısı bunu kanıtlıyor. Bu bize Şile’nin yerli halkına ilişkin bilgi de
veriyor.
Şile’deki mağaraların Doğu
Roma İmparatorluğu zamanında, o dönemin ilk Hıristiyanları tarafından
bir gizlenme yeri ve sığınak olarak da kullanıldığı biliniyor. Ayrıca yine
dönemin imparatorlukları tarafından bu mağaralar zindan olarak da kullanılmış. Ancak
biz yine de her gidişimizde Zeki Müren Mağarası’nın romantizmine
kapılırız.
Şile’nin tarihçesine kısa bir
Zeki Müren molası vermeliyim şu an. Zeki Müren Bodrum’dan önce bir Şile müdavimiymiş.
Şile’ye geldiği zamanlarda annemin halası Mediha Ağva’nın evinde kaldığını da
övünerek söylemek isterim. O evin bulunduğu caddenin ismi, Zeki Müren
Caddesi’dir hatta.
Zeki Müren’in Şile’ye her
gelişinde hayranlarının akınına uğrayan evde yaşanmış bir anekdot aktaracağım
şimdi. Annemin yalancısıyım. Zeki Müren hayranlarının yoğun ilgisinden zaman
zaman sıkılırmış. Öyle ki insanlar kapıda yatar, camdan onu görmek için sıraya
dizilirmiş. Kadın hayranları kapıyı çalmış ve Mediha Hala’ya onu görmek için
yalvarmışlar. O sırada banyoda olan Zeki Müren, hışımla banyodan çıkıp
kadınların karşısına ıslak ve bornozlu olarak dikilmiş. “Alın size Zeki Müren”
demiş tatlı, sert bir üslupla. Bunun üzerine utanan kadınlar bir süre kapıya
gelmemişler.
Seyfi Dursunoğlu, nam-ı diğer Huysuz
Virjin bir programında o evi ve Mediha Hala’yı uzun uzun anlatmıştı Zeki
Müren’le ilgili bir anısını aktarırken. O evin bir odasının duvarında boydan
boya bir Zeki Müren posterinin olduğunu da bilirim.
Zeki Müren’in damgasını vurduğu
Şile yıllarından, tekrar daha eski Şile dönemine dönelim. Şile’de çok sayıda
kale kalıntısı da mevcut… Ancak en bilinen ve günümüze kalabilmiş olan kale Ocaklı
Ada’dır. Cenevizliler tarafından yaklaşık 2000 yıl önce denizden
gelebilecek saldırılara karşı savunma amaçlı olarak yapılmış olan kale, Şile’yi
egemenliği altına almış pek çok uygarlık tarafından da kullanılmıştır.
Şimdileri ise Ocaklı Ada, bir restoran olma yolunda. Üzüleyim mi, sevineyim mi
karar veremedim. Buna siz karar verin.
Şile’nin bir diğer önemli yapısı Şile
Feneri ise 1860 yılında Fransızlar tarafından inşa edildi.
Dünya’nın ikinci, Türkiye’ninse birinci büyük feneri olan bu yapı, büyüklüğünü
ışığının ulaştığı uzaklıktan alıyor. Bu noktada bir anekdot daha geldi aklıma.
Bir arkadaşım bana ısrarla bu fenerin aslında Şili’ye yapılacağını yanlışlıkla
Şile’ye yapıldığını söylemişti. Şaka mı yapıyordu, gerçekten inanıyor muydu
buna, bilemiyorum hala.
Şile demişken, Ağlayankaya’dan
da bahsetmek lazım… Üzerinden durmaksızın sular süzülen bu kayaya adını yine
Zeki Müren’in verdiği söylenir. Pek çok coğrafyadaki benzerleri gibi bunun da
efsaneleşmiş, hüzünlü bir hikâyesi vardır. Oraya gittiğinizde etrafındaki
ağaççıklara bez parçaları bağlanmış halde görebilirsiniz. Bu da efsanenin başka
bir boyutu…
Şile’nin tarihinden bahsederken
değinmem gereken başka bir söylenti daha var. Söylenti diyorum, çünkü tarihi
kanıtları yok. İstanbul’un işgali sırasında Şile’de bir katliam düzenlemek
üzere olan bazı çetelerin işlerine balta vuran iki Rum gencinin hikâyesi...
İngiliz kuvvetlerine haber salan gençler, katliamı engellemiş. Eğer bu gerçekse
Şile’nin insanlarının geçmişiyle ilgili çok önemli bir detay. Pek çok insan
belki de o gençler sayesinde var. Bence araştırmaya değer. Her ne kadar bir iki
kişiden dinlediğim bir hikâye de olsa…
Şile’den bahsediyorum madem, Şile
Bezine de değinmek lazım. Nazım Hikmet ustanın sırtında
paralanan son mintanı Şile Bezindendi ya… Şile Bezi Şile’nin festivaline de
ismini verir. Her ne kadar son yıllarda “olduğu kadar” çizgisine gelse de bir
gelenek olarak devamını koruyor.
Beni her gün daha çok yanına
çağıran Şile’nin tarihçesine ilişkin kişisel ve genel bir özet sunmaya çalıştım
size. Denizinin kıyısı, hem ilk aşkıma, hem de son aşkıma tanıklık etmiştir. O
kıyı evlenme teklifi etmeme de ilham olmuştur işte o son aşkıma. Bol eğlenceye,
hüzne, sevince mekân olmuştur kayalıkları. Gün batımı kaç türkü çağırmıştır,
kaç şarkıya altyapı olmuştur dalgaların sesleri… İşte yaşamaya değer Şile’nin
tarihi bu yüzden anlatmaya değerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder