1816 yılı Dünya’nın yaz mevsimini
göremediği bir yıldı. Volkanik patlamalar sonucu oluşan külden bulutlar
nedeniyle, dünya olağan dışı bir şekilde soğumaktaydı. Bu da küçük çaplı bir kıtlığa sebep
olmuştu. İşte böyle kasvetli bir ortamda, birkaç yazar arkadaş, Cenevre Gölü
yakınlarında bir villada bir araya gelip, en korkunç canavar yaratma konusunda
rekabete başlama kararı aldılar. Bu rekabet sonucunda da iki ölümsüz eser ve
karakter çıktı ortaya. Bunlardan biri Dr. Frankenstein’ın yaratığıydı.
Mary Shelley’in eseri olan
Frankenstein, aslında ciddi felsefi saptamaları olan bir roman… Bir korku
romanı olmanın ötesinde, empati kurma, çok yönlü düşünme, farklı olanı anlama
gibi kazanımlar elde edilebilir okurken.
Dr. Frankenstein ölümsüzlüğü
bulma ümidiyle, simya ve kimyanın ve fizik biliminin harmanıyla, tıbbı bir
araya getiriyor ve mezardan topladığı ceset parçalarıyla bir yaratık üretiyor.
Yaratığın çirkinliği ve korkutuculuğu, yaratıcısının ondan nefret etmesine
neden oluyor. Ve onu ‘özgür’ bırakıyor Frankenstein. Yaratık babasının
karşısına bir kez daha çıkıyor. Ve ondan kendisine bir eş yaratmasını istiyor.
Kabul görmeyen bu istek, Yaratık’a bir intikam yemini ettiriyor. “Etrafında
sevdiğin herkesi senden alacağım. Onları öldüreceğim.”
Yaratık, yaratıcısını sorgulayıp
onunla kavga ederken, bize toplum hayatındaki itilmişliğin, yok sayılmanın,
ötekileştirilmenin güzel bir klasik örneğini sunuyor hikâyesinde. Ancak
Frankenstein, bu derin mesaja rağmen, 1816’daki diğer rakibi “The Vampyre”
günümüzün idol hayal karakteri oluyor.
John William Polidori The
Vampyre’i yaratırken, romantik kahraman ve ölümsüz canavar gibi iki ayrı vampir
kolunun günümüzdeki karşılığını da meydana getirmiş oluyordu. 1897 yılında yeni
bir vampir, saltanat koltuğunu yeni sahibi Dracula, Bram Stoker’in yaratımıyla sahneye
çıktı. Vampir böylelikle romantik ve korkunç olarak çoklu kişiliğinin bir
göstergesini sundu. Dracula’nın tarihin zalim ismi Kazıklı Voyvoda’dan ilham
aldığı da söylenegeldi hep.
Tıpkı diğer rakibinde olduğu
gibi, insanın, bitmek bilmeyen ölümsüzlüğü arama çabasının sonucu olan Vampir,
diğer canavar karakterlerinin aksine, parçalayıp öldürmek için insanı
kovalamaz. İçimizdeki ilkel şehvetleri, genç kalma, ölümsüz olma duygularına
hitap eder. Bize kanımız karşılığında bu ödülü sunar. İşte belki de günümüzde
vampir vazgeçilmezliğin en önemli tetikleyicisi bu ödüldür.
Vampir ayrıca, ilkel insanın
bastırılmış hafızasındaki “leşçilik” hatırasının bir sonucu da olabilir.
Bilinçaltındaki kodlamalardan gelen mesajlar, günümüzdeki vampir sevdasının
nedenlerini işaret ediyordur belki.
Fantazya üreticileri, bilimsel
gelişmeleri kullanarak yeni fantastik karakterler üretirken, bilim de üretilen
ölümsüz canavarların sahip olduğu sonsuz yaşamı araştırmaya devam ediyor. Her
yeni bilimsel değişime ve gelişime göre yeni karakterler de hep çıkacak. Ancak
vampir içimizdeki ölümlüyle oynayan diğer canavarlardan farklı olarak, bize
ölümsüzlüğün muhteşem hazzını fısıldarken, elbette hep en başı oynamaya devam
edecek.
Günümüzdeki “Twilight” filminin
çok ilgi görmesinin, karakterlerinin genç oluşu, romantikliği ve elbette ki
ölümsüzlüğü gibi çok önemli sebepleri var. Serinin final filminin çılgınlar
gibi beklenmiş olması, yukarıda anlattığım, ölümsüzlük iksiri arayışının
bilinçsizce yönlendirmesinden ibaret gibi geliyor bana.
Frankenstein’in yarattığı canavar
değil de neden vampir, diye soracak olursak, kimse ezik, itilmiş, çirkin ve
sevilmeyen biri olmak istemez de ondan, diye kendi kendimizi cevaplayabiliriz.
Bitmek bilmez gençleşme, aslında
ölümsüzleşme arzusunun sonucu olarak, bugün bir gençlik idolü haline gelmiş
olan vampir karakterleri, sinema, edebiyat ve televizyon dizileriyle, bilindik
ve üzerine koyulacak yenilikleri artık tüketmiş hikâyeler sunmaya devam ediyor.
Her an bir vampir hikâyesi okuyup, izleyip ya da dinleyip bilinçaltımızdan
ısırılabiliriz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder