Toplumun büyük bir kesimi
tarafından Tayfun Talipoğlu saygıdeğer bir kişi olarak tanınır. Öyledir de.
Duyarlılığını sorgulamak şöyle dursun her eylemi ve sözüyle bunu kendimizi
bildiğimiz gibi biliriz. O da bu toplumun bir ferdi olarak toplumu ilgilendiren
sorunlar ve acılarla ilgili her insan gibi tepkisini göstermekte. Tıpkı Gezi
Direnişi sırasında olduğu gibi…
İnsanın gözü önünde polislerin
insanlara uyguladığı tazyikli sulu ve biber gazlı şiddet karşısında, olaylar
sırasında orada olan herkes gibi Talipoğlu da tepkisini göstermişti. Elbette
Twitter’daki küfürlü notunu tasvip etmeyeceğiz. Ancak bir düşünün. Silahsız
gencecik insanlara yönelik böyle bir saldırıya tanıklık ettiğinizde tepkinizin
ayarını düşünemezsiniz. O şiddete maruz kalanların yerine kendi çocuğunuzu,
eşinizi, dostunuzu, akrabanızı koyduğunuzda Talipoğlu’nun sözlerinden daha ağır
bir tepki vermeyeceğinizin garantisi yok.
Şöyle yazmıştı Talipoğlu.
“Taksim’de polis sokakları bırakıp cafelerin içine gaz bombası atıyor.
Birisinin bu o… çocukluğuna dur demesi lazım.” Ve beklenen olmuş, Talipoğlu bu
tweeti yüzünden emniyete ifade vermesi için çağrılmıştı.
Bu sözlerdeki tepki mi, tepkiyi
dile getiriş şekli mi muktediri rahatsız etti? Bu sorunun cevabı AKP’nin
başlattığı “cadı avı” sürecinin içinde gizli… Elbette tepki göstermek sizi zan
altında bırakmak için yeterli… Böylesi bir durumda ses çıkarmak ve gerçekleri
dile getirmek rahatsız edici bir durum olsa gerek… Ancak tabii ki tepkinin dile
getirilişinde kullanılan ifade Talipoğlu’nun da kabul ettiği gibi hoş bir ifade
değil. Hemen hemen hepimizin bu gerilim ortamında yapılan bu haksızlıklara,
medyanın suskunluğu da eklenince ağır tepkiler verdik. Kadının ve annenin
onurunu zedeleyici ifadeler kullanmak elbette ki hiç hoş değil. Talipoğlu da işte
bu ifadelerinden dolayı gerekli özrü de diledi. Ama o özür polisten ve polise
bu şiddet eylemlerinin emrini verenlerden değildi. Yine de küfür içermeyen bir
ifadeyle tepkisini dile getirmesi gerektiğini biliyor. Özünde attığı bu
tweetten pişman olmadığını da ifade ediyor.
Bir diğer özür öyküsü de Şafak
Sezer’den… Şafak Sezer direniş sırasında ünlüler arasındaki en aktif
direnişçilerden biriydi. Hatta Beşiktaş’ta Barboros’u trafiğe kapayanlar
arasındaydı.
Şafak Sezer katıldığı AKP
İstanbul İl Başkanlığı’nın iftar yemeğinde direnişteki aktif rolünden dolayı
Başbakan’dan özür diledi. Elini öpmek istediği de söyleniyor. Şafak Sezer’i bu
eyleminden dolayı yargılamaya niyetim yok. Ama bu durum başka bir algının özeti
aslında… Başlatılan cadı avından en az yarayla kendini sıyırmak isteyenlerin,
direnişe katılmayan insanlarda da gördüğümüz biat itiraflarına sıklıkla
rastlıyoruz. Zerrin Özer ve Doğuş da bunlar arasında sayılabilir. Ancak Şafak
Sezer içinde bulunduğu durumun şiddetine göre el öpüp diz çökmeyi tercih
edebiliyor. Elbette ki çok normal… Ve tabii önemli bir samimiyetsizlik
göstergesi… Diyor ki aslında “şeytana uydum hünkârım affet.” Hünkârsa
‘büyüklük’ gösterip affediyor.
Onu yargılamak elbette bana
düşmez. Ama bu yazıya Şafak Sezer’i eklememe neden olan şey sadece bu diz çökme
değil… Gelen tepkilere cevaben yazdığı şu tweeti bu yazıda Sezer’e yer verme
gerekliliği doğurdu.
“Bir insanı sevmek döneklikse
Ben Başbakanımı seviyorum
Ne Ak Parti'den anlarım
Ne de siyasetten...
Kişileri sevmek emek ister”
‘Şiir gibi’ bu sözler kafası bir
hayli karışık Şafak Sezer’in başbakan için gizliden gizliye yürütüldüğünü
tahmin ettiğim “seni sevmeyen ölsün” kampanyasında ‘faydalı’ bir slogana
dönüşebilir.
Kendini sağlama almak için ucuz
‘esnaf’ numaraları üreten ünlülere daha çok tanık olacağız gibi görünüyor. Tayfun
Talipoğlu gibi düşüncelerinden ve duruşlarından taviz vermeyenleri de ayırt etmemizi
sağlayacak, turnusol vazifesinde tuhaf bir süreç içine de girmiş bulunuyoruz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder