Spor Haberleri

Köşe Yazıları

30 Temmuz 2013 Salı

Lost Diye Bir Fenomen Vardı

Lost, Avustralya’dan Los Angeles’e uçan ticari bir uçağın, Güney Pasifik yakınlarına düşmesi sonucu, kazadan sağ kurtulanların tropikal bir adada verdiği yaşam mücadelesini anlatıyordu.

Amerikan yapımı olan bu dizi, Türkiye’ye geldiğinde de izleyicinin gözdesi haline gelmişti. Hafta sonu eve kapanıp, üst üste bir sürü bölümü izlemiş tanıdıklarım var. İtiraf etmeliyim ki, “ne varmış yahu bu kadar Lost’ta?” diyerek, popüler olana yönelik, kronik ön yargı hastalığıyla yaklaştığım diziye ben de kendimi fena kaptırmıştım. Ama maymun iştahlılığımın sonucu bir sezon izlemiştim tabi.

Lost, bitmek bilmez gizemlerle, bulmacalarla ve sürprizlerle dolu bir diziydi. İzleyicinin bulmacayı çözdüğünü sandığı teorilerini yeni bir gizemle çürütür, izleyiciyi yeniden bilmecelerin ortasına düşürürdü. Karakterlerinin her birinin gizemli öyküsü de zenginliği arttırıyordu. Her biri bir düğüm çözebilecek yetenekte ve yeni bir soruna neden olacak kadar da problemliydi. İşte bunlar sayesinde çok sevildi Lost. İzleyicilerin, televizyon ve sinemalardan kopup, internet içeriklerine yöneldiği bir dönemde, televizyon ve yapımcılığını yeniden diriltme adına başarılı bir adımdı. Peki, sadece böyle bakmak yeterli mi?

Lost, tarihten aldığı ilhamla ilgili de yer yer ipuçları vermişti. Karakterlerin isimlerine rastgele yerleştirmiş tarihi kişilikler dikkat çekmişti. Bu kişiler, aydınlanmacı teorinin[1] savunucuları, kabala öğretisinden[2] isimler ve İbrani dininin ruhani isimlerinden oluşuyordu. Daha da önemlisi sular altında kaldığına inanılan efsanevi iki uygarlığı temel alan bir kurguya sahipti. Biri Mu Uygarlığı,[3] diğeri ise Atlantis’tir. Dünyada varlığı kanıtlanmış iki gizli uygarlık olan Agarta ve Shambala uygarlıkları bu iki efsanevi ve gizemli güçlerle donatılmış uygarlıkların uzantısı olarak görülür. Lost işte bu iki uygarlığı esin kaynağı olarak belirlemiş, ama bunu yaparken, Mu ve Atlantis’e atıfta bulunmuştur.

Yapmak istediğim, bir diziyi sahne sahne analiz etmek değil. İzlediğim dönemde aldığım notlarla yeniden karşılaşmamın verdiği heyecanla kendimce bir Lost irdelemesi bu sadece. İşte bu anlamda sadece giriş sahnesi ve bir iki gizemli karakter, diziyi bir tutku haline getirmeye yeterli…

Lost bilinçaltına yönelik mesaj gönderiminde de çok başarılıydı. Daha ilk bölümün ilk sahnesi, bizi Jack’in gözüyle karşılıyor. Bu dizinin ilham aldığı öğretilerden dolayı, bizi Hermetik inanç sisteminin[4] sembol skalasına yöneltiyor. Göz, bu skalaya göre selamlama, aydınlanma, tanınma anlamına geliyor. Ve birçok eski Mezopotamya uygarlığında tanrıyı sembolize edecek kadar önemli bir sembol göz sayesinde, dizide pek çok insanı peşinden sürükleyecek önder karakter Jack’i işaret ediyordu. Jack’in yüzündeki yaranın tek çizgi şeklinde oluşu ve arkadaşlarını da bu yara izinin aynısına sahip olanlardan seçmesi ayrı bir gizem konusuydu. John Locke karakteri ise bizi ayrıca bir mistik sembollerin içine batırıyor, diziyi içinden çıkılmaz hale getiriyordu.

“Karanlık güçlerle” “Işığın oğullarının” savaşını anlatmış olan Lost,  “Nehir Dünyası” ve benzeri pek çok filme de ilham verdi. Ve verecek. İçinde, Mu ve Atlantis gibi gizemli ve efsanevi uygarlıklar olan her şey merakla takip edilip, heyecanla izlenmeye devam edecek. Bilinmeyene yönelik içimizdeki bu ateş hep var olacak çünkü.





[1] İlluminati olarak bilinir.
[2] Kabala öğretisi, Yahudi coğrafyasında geleneklerle gelmiş bütün dini öğretileri içinde barındıran bir öğretidir.
[3] Kayıp kıta olarak bilinir. Amerika Kıtası ile Asya Kıtası arasında bulunduğu ve sular altında kalıp kaybolduğu varsayılır.
[4] Tek tanrı inancında olup yine de yer yer panteist eğilimler taşıyan inanç sistemidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder