9 Kasım 2012’de İspanya’nın
Barakaldo şehrinde yaşayan ve mortgage borcunu ödeyemeyen Amaya Egona’nın
kapısına, özel kuvvetler eşliğinde banka memurları dayanınca Amaya evsiz
kalmaktansa ölmeyi tercih etmiş, kendini altıncı kattan atmıştı. Bir ay içinde
meydana gelen ikinci mortgage intiharıydı bu.
Amaya’nın ölümü 14 Kasım 2012’de
başlayan genel grevin sembolüydü. Çünkü bu ölüm 2009’dan beri su yüzüne çıkan krizin
sermaye lehine ve halk aleyhine genişlediğini ifade ediyordu.
Avrupa geneline yayılmakta olan
krizin günah keçisi, önceden tespit edildiği gibi Yunanistan’dı. 2009’da
Yunanistan halkının isyanıyla başlayan süreç, krizin faturasını Yunanistan’a
çıkarmayı kolaylaştırsa da Avrupa ekonomisinin %2’lik payına sahip olan bu
ülkeyi, koca Avrupa’da hâsıl olan krizin tek sorumlusu olarak görmek büyük bir
yanlış olacaktır.
Kapitalist ekonomistlerin, her
kriz döneminde olduğu gibi hedef şaşırtmaya yönelik açıklamalar yapması oldukça
alışılmış bir şey. Örneğin Fransa’da kriz sebebi olarak devletin sosyal harcamalarındaki
artışa işaret edildi. Özelleştirmelerin hızlanmasına vurgu yapıldı.
Ancak 14 Kasım’daki büyük Avrupa
grevinin ana sloganlarından biri özelleştirmelere karşıydı. Sınıfsal
eşitsizlik, düşük ücretler, mezarda emeklilik gibi Türkiye’ye de yabancı
olmayan bazı maddelerin yer aldığı grev aslında sosyalizmin evrenselliğinin de
bir göstergesiydi.
Görüldüğü gibi dünyanın tüm
emekçilerini birleşmeye davet eden sosyalizm, sisteme karşı bir kader
birliğiyle birlikte mücadeleyi seslenmeye devam ediyor. Ve elbette ki sistem de
bu halk hareketini yıldırmak ve karalamak için tüm imkânlarını ortaya koyuyor.
Sadece Güney Avrupa’da
hareketlenmiş olan sınıfsal mücadele, büyük Avrupa hayalinde ve kıtanın
demokratik yapısında sonun başlangıcı… Öyle ki ‘demokrasinin beşiği’ Avrupa, sistemdeki
açığı ve bir şeylerin ters gittiğini fark edenleri görünce, demokrasiyi rafa
kaldırıyor. Bütün bu direnişlerde polise üst düzey yetkiler verip, müdahale
sınırını genişletiyor.
Türkiye’de olsa, “dış mihrakların
ülkemizde oynadığı oyunlar” olarak lanse edilebilecek bu direnişin sebeplerini
ve krizin çıkış noktalarını iyi analiz etmek gerek.
Artan seyirdeki bankalar kaynaklı
borçlardan kaynaklanan ekonomik kriz, kapitalizmin yılmaz savunucularının iddia
ettiği gibi tamamıyla halkın tüketim çılgınlığının ve olmayan paranın yerine
borçlanmayla tüketime yönelmelerinin bir sonucu değil. Devletin sosyal
harcamaları ise hiç değil.
Avrupa’daki ekonomik krizin en
büyük nedeni, zengin emlak spekülatörlerine ve sermaye sahiplerine akan
kredilerdi. Oransal olarak kanıtlamak gerekirse bu borçlanma miktarı toplam borçlanmanın
%75’ini oluşturuyor.
Geniş halk kitleleri ise
ekonomiye akan bu denli yüksek miktarda paranın kokusunu bile almadığı gibi,
düşük ücretler, emeklilik yaşının yüksekliği gibi önemli kapitalist baskılarla
boğuşuyor. Devletler özelleştirme eylemleriyle zengini daha zengin hale
getirip, gelir dağılımı eşitsizliğini daha da belirginleştiriyor.
Krizin Avrupa’da mortgage kökenli
borçlardan kaynaklanmasından yola çıkan ekonomistler, 1.2 trilyon AVRO’luk
mortgage borçlarının tamamının halktan kaynaklandığını söyleyerek, bu borçlarda
en büyük kalemin yerel bankalar ve emlak spekülatörlerine ait olduğunu
gizlemeye çalışıyorlar. Çünkü kötü olanın sistem olmadığına halkı inandırmaları
gerekiyor. Ama artık başaramıyorlar. 14 Kasım 2012 büyük grevi işte bunun en
önemli göstergesi… Ve bu, bir başlangıcın kıvılcımı…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder