Spor Haberleri

Köşe Yazıları

6 Ağustos 2013 Salı

14 Kasım 2012 Avrupa'da Bir Uyanış mıydı?

9 Kasım 2012’de İspanya’nın Barakaldo şehrinde yaşayan ve mortgage borcunu ödeyemeyen Amaya Egona’nın kapısına, özel kuvvetler eşliğinde banka memurları dayanınca Amaya evsiz kalmaktansa ölmeyi tercih etmiş, kendini altıncı kattan atmıştı. Bir ay içinde meydana gelen ikinci mortgage intiharıydı bu.

Amaya’nın ölümü 14 Kasım 2012’de başlayan genel grevin sembolüydü. Çünkü bu ölüm 2009’dan beri su yüzüne çıkan krizin sermaye lehine ve halk aleyhine genişlediğini ifade ediyordu.

Avrupa geneline yayılmakta olan krizin günah keçisi, önceden tespit edildiği gibi Yunanistan’dı. 2009’da Yunanistan halkının isyanıyla başlayan süreç, krizin faturasını Yunanistan’a çıkarmayı kolaylaştırsa da Avrupa ekonomisinin %2’lik payına sahip olan bu ülkeyi, koca Avrupa’da hâsıl olan krizin tek sorumlusu olarak görmek büyük bir yanlış olacaktır.

Kapitalist ekonomistlerin, her kriz döneminde olduğu gibi hedef şaşırtmaya yönelik açıklamalar yapması oldukça alışılmış bir şey. Örneğin Fransa’da kriz sebebi olarak devletin sosyal harcamalarındaki artışa işaret edildi. Özelleştirmelerin hızlanmasına vurgu yapıldı.

Ancak 14 Kasım’daki büyük Avrupa grevinin ana sloganlarından biri özelleştirmelere karşıydı. Sınıfsal eşitsizlik, düşük ücretler, mezarda emeklilik gibi Türkiye’ye de yabancı olmayan bazı maddelerin yer aldığı grev aslında sosyalizmin evrenselliğinin de bir göstergesiydi.

Görüldüğü gibi dünyanın tüm emekçilerini birleşmeye davet eden sosyalizm, sisteme karşı bir kader birliğiyle birlikte mücadeleyi seslenmeye devam ediyor. Ve elbette ki sistem de bu halk hareketini yıldırmak ve karalamak için tüm imkânlarını ortaya koyuyor.

Sadece Güney Avrupa’da hareketlenmiş olan sınıfsal mücadele, büyük Avrupa hayalinde ve kıtanın demokratik yapısında sonun başlangıcı… Öyle ki ‘demokrasinin beşiği’ Avrupa, sistemdeki açığı ve bir şeylerin ters gittiğini fark edenleri görünce, demokrasiyi rafa kaldırıyor. Bütün bu direnişlerde polise üst düzey yetkiler verip, müdahale sınırını genişletiyor.

Türkiye’de olsa, “dış mihrakların ülkemizde oynadığı oyunlar” olarak lanse edilebilecek bu direnişin sebeplerini ve krizin çıkış noktalarını iyi analiz etmek gerek.

Artan seyirdeki bankalar kaynaklı borçlardan kaynaklanan ekonomik kriz, kapitalizmin yılmaz savunucularının iddia ettiği gibi tamamıyla halkın tüketim çılgınlığının ve olmayan paranın yerine borçlanmayla tüketime yönelmelerinin bir sonucu değil. Devletin sosyal harcamaları ise hiç değil.

Avrupa’daki ekonomik krizin en büyük nedeni, zengin emlak spekülatörlerine ve sermaye sahiplerine akan kredilerdi. Oransal olarak kanıtlamak gerekirse bu borçlanma miktarı toplam borçlanmanın %75’ini oluşturuyor.

Geniş halk kitleleri ise ekonomiye akan bu denli yüksek miktarda paranın kokusunu bile almadığı gibi, düşük ücretler, emeklilik yaşının yüksekliği gibi önemli kapitalist baskılarla boğuşuyor. Devletler özelleştirme eylemleriyle zengini daha zengin hale getirip, gelir dağılımı eşitsizliğini daha da belirginleştiriyor.

Krizin Avrupa’da mortgage kökenli borçlardan kaynaklanmasından yola çıkan ekonomistler, 1.2 trilyon AVRO’luk mortgage borçlarının tamamının halktan kaynaklandığını söyleyerek, bu borçlarda en büyük kalemin yerel bankalar ve emlak spekülatörlerine ait olduğunu gizlemeye çalışıyorlar. Çünkü kötü olanın sistem olmadığına halkı inandırmaları gerekiyor. Ama artık başaramıyorlar. 14 Kasım 2012 büyük grevi işte bunun en önemli göstergesi… Ve bu, bir başlangıcın kıvılcımı…




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder