Birçok gazete ve dergide makale,
deneme ve öyküleri yer almış Erk Acarer’in 2010 yılında çıkarmış olduğu romanı
Cellatbaşı, benim için son yılların en iyi romanları içerisinde yer alıyor.
Sarayda baş cellat olarak görev
yapan Kara Ali’nin ailesiyle, çevresiyle ve işiyle olan ilişkisinin
işlenmesiyle başlıyor roman. Kara Ali’nin aldığı canlara üzülürken, Kara
Ali’nin hayatından kesitlere de üzülürken yakalıyor kendini okuyucu. Hatta
romanın genelinde Kara Ali’ye karşı hissettiğiniz duygular oldukça nötr oluyor.
Kara Ali bir Çingene… Ve toplumun
Çingenelere yönelik nefreti, bildiğiniz gibi o gün de vardı. Kara Ali üzerinde
hem bu ırkçı nefreti, hem de cellat olduğu içinde kendisine yönelik korkuyu
giyiyordu üzerine. Peki, Kara Ali cellat olmasaydı ne olurdu? İşte bu soruyu
sorarken bulabilirsiniz kendinizi.
Ayrıca kitabın sonlarına doğru
“engerekler, çıyanlar ve akrepler” metaforundan da çok etkileneceğinizi
düşünüyorum.
Kara Ali’nin çocuklarının başına
gelenler de okuyucuyu çok etkileyecek türden. Ama romanın en kilit isimlerinden
biri saray soytarısı Sırım hakkında bir şeyler söylemek roman hakkındaki
bilgiyi daha da derinleştirecektir.
Sultan İbrahim’in –nam-ı diğer
Deli İbrahim’in- en sevdiği soytarısı olan, onu çok eğlendiren, güldüren Sırım,
adının tam tersi olarak diz hizasında bir cüceydi. Sultan, onunla çok f azla
ilgilenirdi. Bu da diğer devlet yöneticilerinin onu kıskanmasına neden olurdu.
Ve bunun sonucu olarak Sultan İbrahim’den gizli olarak dışarı atıldı.
Sırım bu talihsiz olayla daha bir
acı hayatın kapılarını aralıyor. Sarı İhsan’ın eline geçen Sırım, kendini bir
devlet haline gelmiş yer altı dünyasının içinde buluyor. Sarı İhsan bu dünyayı
ikinci bir devlet, kendini de gerçek sultan olarak görüyor. Sırım çetenin kirli
işlerinde önemli amaçlarda kullanılıyor. Onun saray soytarısı olduğunu öğrenen
çete, dışarıda tanınmaması için yüzünü ve bedenini sakatlayarak, Sırım’ı yüzüne
bakılmayacak hale getiriyor. Ve Sırım’ın mesaisi başlıyor.
Osmanlı Devleti tarihinde
kadınları aşırı derecede sevmesiyle bilinen Sultan İbrahim, Sırım’ı kaybedince
daha da bunalıma giriyor ve Kösem Sultan bu badireyi atlatmak için çok çaba
sarf ediyor. Cinci Hüseyin karakteri de burada devreye giriyor. Hatta yönetimi
de çok ciddi olarak etkileme noktasına geliyor bu karakter.
Romanda Sultan İbrahim’in doymaz
bir şekilde etrafındaki tüm muhalifleri cellâtlarına boğdurması da çarpıcı bir
dille aktarılıyor.
Romanın tüm ana karakterlerinin
yolu çok dramatik bir şekilde kesişiyor. Bu kesişmeler sırasında çok ciddi bir
sistem eleştirisiyle de karşılaşıyorsunuz. Ayrıca okuyucunun tüm sürprizlere
hazırlıklı olması gerek… Çünkü bir düğüm çözüldü zannettiğiniz yerde, yeni bir
düğümle karşılaşıyorsunuz.
Gerçek ve hayalin birbirine
geçtiği “Cellatbaşı,” tarihi bir roman niteliğinin her şartını yerine
getiriyor. Ve okuyucuya şunları soruyor. Hükümdar
mı olacaksın, onun soytarısı mı? Seni kim yönetsin? Sultan İbrahim mi, Sarı İhsan mı? Cellat
mısın, kurban mı?
İşte bize sistemin bugün bile
sunmaya devam ettiği her biri birbirinden kötü seçenekler, romanın da ana
çatısını oluşturuyor. Ve söylediğim gibi anlayana ciddi bir sistem eleştirisi
sunarken, hiçbir karakteri yargılamadan, tarafsızlığını koruyarak, onları bizim
vicdanımızla karşı karşıya bırakıyor Erk Acarer.
Yazımda bahsetmediğim önemli
diğer karakterler de sizleri bu kitapta bekliyor olacak. En basit karakterin
bile çok önemli bir noktaya geldiğini göreceksiniz. Ayrıca kurgunun içine
karışmış tarihi gerçeklerin, hiçbir tarih kitabında karşınıza çıkmayacak
çarpıcı detayların farkına varmanın keyfi de sizi bekliyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder