İnsanın daha doğmadan önceki refleksidir. Işığa yönelmek…
Doğumu yaklaşan bebek başını ışık kaynağına doğru yöneltir. Ve insan var olduğu
her dönemde ışığı arayacak, bulacak ve yeni ışıkları kovalayacaktır. Daha ilk
öğrendiği budur çünkü.
Ve elbette… Bitmiyor arayış… Hep aşkı aramak… Sonsuz olan
ışığı yakalamak…
İşte o yüzden insan âşık olduğunda da bir doğum yaşar.
Kendini doğurur. Hem de büyük bir sancıyla… Kendisine ayakta durmayı öğretir.
Hasretle baş edebilmeyi öğretir. Çok ağlar o yüzden insan âşık olunca.
Ağlayınca ya uyutmak gerekir aşk masallarıyla ya da beslemek gerekir sevgilinin
güzel dudaklarıyla.
Aşk dedim ya. Tepeden bir ışık iner. Yeşilliklerin
arasından… Işıl ışıl bakışlarla… Hiç sönmesin istersin. O ışık gözlerini yakar.
O kadar tatlı yakar ki kör olmaya razı gelirsin. Eriyip yok etse seni, hiç ses
etmezsin.
Yok olmak mı dedim? Hayır, hayır… Yanlış ifade ettim.
Aslında bu anladığın anlamda bir yok olmak değil. Bu aslında sonsuz bir
varoluşun işareti… Zamanı yok etmek… Ait olduğun bir parçanı bulup ona karışmak
ve o olmak… Yok olmazsın. Bütününe kavuşursun.
Ve ne gariptir! O güne kadar yarım kalmışlığına hiç
gocunmamışsındır. Fark etmemiş bile olabilirsin bu eksikliği.
Ve eğer o ışık doğru olansa şartlar ne olursa olsun içine
yürürsün. Ne geçmişi önemsersin, ne geleceği… Doğru ışıksa hiç sorgu sual
etmez. Açar kollarını… Kendini içinde bulursun.
Aşk geldiğinde durduramazsın. Durdurmamalısındır da… O ışık
hep var olmalıdır. Çünkü o senin varoluşundur. Yolunu aydınlatandır.
Aşk dediğin zaten hep ışığa yürümektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder