Sanal âlemle ilk tanıştığımda,
MIRC diye bir sohbet platformu vardı. Siz de hatırlarsınız. Bir takma isim
belirleyip, sohbet kanallarına giriverirdik. Buralarda hiç gerçek kimliğimle
bulunmadım.
Eğlenmek için, hayal gücünün
sınırlarında yalandan hayatlar sunardık. Sadece ben yapıyorum, sanıyordum, ama
durum tam tersiymiş aslında. Birçok arkadaşım itiraf etti daha sonra. Bu sohbet
kanallarında, seksen yaşında küfürbaz bir teyze, psikolojisi bozuk bir yeni
yetme, karısını aldatan bir erkek, kocasını aldatan bir kadın, satanist bir
grubun lideri gibi farklı karakterlere bürünüp eğlenirdim.
Neyse ki bu eğilim çok kısa sürdü
ve edindiğim mail adresiyle gerçek kimliğim artık sanal ortamda da görülmeye
başladı. Bir yandan da sanal âlem daha da zenginleşiyordu. Forum siteleri,
arkadaş bulma (aslında seks için eş bulma) siteleri rağbet görmeye başladı.
Sosyal medya kavramı daha bir genişlemeye başladıkça, daha akılcı, faydalı
paylaşım mecraları oluşmaya başladı.
Sonra bir baktık ki, insanlar
daha önce, ayrı ayrı kanallardan giderdikleri ihtiyaçlarının karşılığını tek
bir kanalda bulmaya başladılar. Cinsellik, aşk, iş, dostluk, bilgi, haber alma…
İşte tam da bu noktada, eskiden kalma “yalan dünya” hastalığı nüksetti.
Arkadaşlıklar sahteleşti. Genç hanımlar, genç beyler kendilerine ait olmayan
fotoğraf ve bilgilerle flörtlere başladılar. İş bağlantıları fos çıktı,
arkadaşının profili sahte çıktı. Vesaire, vesaire…
Çok daha önemli sorun da bilgiyle
ilgili olandı. Ciddi bir dezenformasyon dönemi başlıyordu. İnternet üzerinde,
yalan, yanlış imzalı sözler paylaşıldı. Ve o yanlış, doğruymuş gibi kabul
görmeye başladı. Mesela Neyzen Tevfik’in diye dolaşan, “be ey dürzü” diye
başlayan şiir, aslında adı geçen ustaya ait değil. Doksanların ortasında, bir
rütbeli asker tarafından yazılmış bu şiir, ısrarla Neyzen Tevfik imzalı olarak
dolaşmaya devam ediyor.
Sonra bir bakıyorsunuz, bir
siyasi partiyi ya da hareketi karalamak ve itibarsızlaştırmak için sahte video
çalışmaları yapılıyor. Yaşanan bir olay bambaşka bir olayın görüntüleriyle
lanse ediliyor. Van depreminden sonra, deprem bölgesine yardım eden askerin
saldırıya uğradığına dair yapılan yalan haberlere benzer, provoke etme amaçlı olarak
görüntülü, yazılı haberler yayılabiliyor.
Başka bir örnek daha vermek
gerekirse; Ermeni soykırımına karşı bir argüman geliştiremeyince, soykırım
anıtı önünde anma töreni yapan insanların olduğu fotoğrafta ayakların altına
fotomontaj yoluyla Türk bayrağı yerleştirilip, nefret söylemi beslenebiliyor.
Bunları kim yapıyor, bu yalan dünyayı kim yönetiyor, bilemiyoruz. Her geçen gün nefret söylemi artan oranda
artarak, sosyal medya yoluyla yayılıyor.
Önceleri saf ve zararsız olan
küçük yalanlarla kendi yağıyla kavrulup giden sanal âlem, şimdileri bilgi
kirliliği ve nefret söylemi gibi önemli sorunların beslendiği bir mecra haline
geldi. Ancak tabii ki enseyi karartmayalım. Bu gidişi değiştirmek için çaba
sarf eden insanlar da var. Ve var güçleriyle sosyal medya içinde çalışmalarını
sürdürüyorlar.
Elbette sosyal alandaki
sorunların çözümü nasıl bilinçlenmeyle sağlanacaksa, sosyal medyanın daha
güvenilir bir yer alması da bu bilinçlenmeyle mümkün olacaktır. Hele ki,
internet medyası, görsel ve yazılı diğer medya araçlarını bu kadar geride
bırakmaktayken, bu çok büyük bir gereklilik…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder