Kısa ve acı bir insan öyküsü… Bir
vicdan, ahlak öyküsü… Sokaklarda kar, kış, yağmur demeden dolaşıp çöp toplayan
insanlardan sadece birine ait…
Geçtiğimiz ilkbaharda Taksim’de
sahne aldığımız mekânın hemen önünde gerçekleşmişti olay. Otuz yaşlarında bir
erkek, o büyük çöp toplama aracının önüne yığılıp kaldı. Belli ki sara krizi
geçiriyordu. İstanbul’un dinmek bilmeyen yağmuru da daha bir şiddetlenmişti.
Sara hakkında çok bilgiye sahip değilim.
Ama bildiğim kadarıyla bu kriz geldiğinde vücut tümüyle kasılır. İstem dışı
çırpınışlara neden olur. İşte bu genç adam da yağmurun altında, yerde bu
şekilde çırpınıyordu. Dişlerini sapladığı dili kanamaktaydı. Bu acı görüntü
devam ederken, etraftan yardıma gelen insanları gördük. Birkaçımız da dışarı
çıktık. Bulunduğumuz mekânın karşısındaki otelin dış kısmındaki masalara
oturmuş Ortadoğulu Müslüman turistlerin başını çevirip bakmaya tenezzül
etmediği bu acıya, dışarıya eğlenmeye çıkmış İstanbul gençleri müdahale etmeye
çalışıyordu. İçlerinde kolları omzuna kadar dövmeli bir genç, elinde bira
şişesi olan bir başkası ve bir de eşcinsel vardı.
Bir yanlış algıyı, aynı olay
içinde görebilmek ne ilginç, değil mi? Hani dindar nesil yetiştirmek
isteyenlerin, bu çabalarını haklı çıkarmak için “dindar olmasın da tinerci mi
olsun?” demesini hatırlarsınız. İşte orada yardıma muhtaç insana elini uzatıp,
onu yerden kaldırmaya çalışanların bu dindar nesil içinde olmadığını da
anlayabilirsiniz. Güzel ahlak, vicdan gibi kavramların da dinle alakası
olmadığını, otelin dış kısmında oturup kahvelerini yudumlayan, kadınların
sadece burunlarının gözüktüğü Müslüman turistlerden de anlayabilirsiniz.
Ben o sırada insanlığımdan
utanırken, onu tedavi ettirebilecek, bitmiş olan ilacını temin edebilecek maddi
güce sahip olmayışıma ve buna rağmen kendime lanet ederken, etraftaki esnafın
“bırakın, numara yapıyor. Genç adamsın çalışsana” demesine duyduğum öfkeyi de
tarif edemem. O öfkeyi perçinleyen ise otelin güvenlik görevlisinin tavrıydı.
Otel müşterisinin ‘huzurunu” kaçıran bu manzaraya karşı, güvenlik görevlisi onu
otelin önünden kovdu. Genç adam acı içinde kıvranarak başka bir kaldırıma
oturdu. O ‘marjinal’ etiketi yapıştırılan insanların verdiği suyla yüzünü
yıkadı. Bir süre dinlendikten sonra ayağa kalkmaktan zorlanarak doğruldu.
Arabasına elindeki boş su şişesini attı. Ne de olsa onun ekmeği bu değersiz çöp
parçasıydı. Ellerini kaldırıp tanrıya yakardı. Titreyen dizleri… Titreyen,
yakaran elleri…
Peki, bu talihsiz adamı otelin
zengin müşterilerinden değersiz yapan neydi? O güvenlik görevlisi? O güvenlik
görevlisiyle aynı havayı soluduğum için ben kendimden tiksinirken, o görevini
yapmanın ‘gururuyla’ ortalıkta geriniyor, aldığı maaşı hak ettiği için ek bir
gurur havasına bürünüyordu. Öte yandan toplumun geneli, orada acıyla çırpınan
adama yardım etmek için seferber olmuş diğerlerini, yaşam tarzlarından dolayı
ayıplamaya devam edecekti.
Ve kimse insanı temel alan bir
değerlendirme yapamayacak, hepsi vicdanı ve ahlakı dindarda arayacak, geri
kalanı ahlaksız, münafık ve benzeri diğer ifadelerle yaftalamayı sürdürecekti.
Siz de bunları söylediğinizde
dini çarpıtmakla, dindarlara hakaret etmekle suçlanacaksınız. Bunca yıldır
dindar bir hükümet tarafından yönetilen bir ülkede, böylesi bir gelir dağılımı
adaletsizliği, böylesi vicdansızlık zerre kadar canlarını sıkmayacak onların.
Üstelik yaşam biçimi olarak önümüze örnek olarak sundukları o İslam ülkelerinin
ahalisindeki bu duyarsızlığı aklı başında tahlil etmeye de kalkışmayacaklar.
“Ahlaklı insan, beş vakit
namazındadır. İbadetlerini tastamam yerine getirir.” %99’unu Müslüman ilan
ettikleri ülkede insanlar açlıktan, yoksulluktan ve tedavi olamadığı
hastalıktan sokak ortasında ölümle mi pençeleşiyor? Gitsin başka yerde ölsün!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder