İnsan sormaz mı? Hani üç beş
çapulcuydu diye?
Bu arada bu üç beş takıntısını
anlamış değilim ya neyse… 3-5 çocuk, 3-5 çapulcu, 3-5 vandal… 300-500 diye
oynatacağız; o esnada keçilerden de olacağız.
Evet, ne diyorduk? İnsan sormaz
mı?
Neden böyle dedim?
AKP Genel Başkan Yardımcısı ve
Meclis Anayasa Uzlaşma Komisyonu Üyesi Mehmet Ali Şahin, TRT Haber ’de
yayınlanan İnce Çizgi programında gündeme ilişkin soruları yanıtlamıştı
geçenlerde.
Çözüm sürecinin ardından Gezi
olayları ile birlikte dış kamuoyunda Hükümet’i yıpratıcı, itibarsız kılıcı
çabaların de başladığını söyleyen Şahin, eylemlerin müebbet hapsi öngören
TCK’nın 312. Maddesi kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini söylemişti.
“İzlenimim, bu eylemlerin
Hükümeti düşürmeyi amaçlayan eylemlere dönüştüğü yönünde. Çünkü İstanbul ’da
Dolmabahçe’yi işgal etme, Başbakanlık Konutu’nu işgal etme, Sayın Başbakan’ın
konutunu bile işgal etme şeklinde eylemcilerin bir takım hedefleri zorlamış
olmaları, hatta sabahlara kadar zorlamış olmaları, bu amaca yönelik tavırlardır
diye değerlendiriyorum. Bu eylemleri başlatıp yönlendirenlerin Hükümeti
devirmeyi ve görevden uzaklaştırmayı amaçladıklarını düşünüyorum. Ancak,
devletin güvenlik güçleri ve Hükümetin basiretli davranışı bu heves içinde
olanların amacına ulaşmasını engellemiştir. Bundan sonra bu tür eylemlere
tevessül edilebileceğini de düşünmüyorum.”
Hükümetin yaratmaya çalıştığı şey
demokratik eylemlerin darbecilik olarak algılanmasına neden olmak… Bunun için
ne gerekiyorsa yapacak gibi görünüyorlar.
Ben bu kafanın hangi maddenin
ürünü olduğunu merak ediyorum doğrusu. Ve bir önerim var. Sarhoş olun azıcık.
Ama öyle kendini kaybetmeden… Zaten bir kayıp söz konusu şu halinizle bile… Belki
o yasaklamak için kendinizi paraladığınız içki sayesinde serinler biraz algınız.
Sarhoş olun derken illaki alkol
gerekmez. Baudelaire’in şu meşhur klişesinde ne der? “Şarapla, şiirle, ya da
erdemle, nasıl isterseniz. Ama sarhoş olun”
Altındaki felsefesine bir inin
bakalım. Ayık kafaların saçmalama yarışını gördükçe sarhoşluğun karmaşık bir
anlamı olmaya başladı. Bu kadar düz algının hüküm sürdüğü coğrafyada, serin
kafalara hasret haldeyiz.
Stadyumlarda siyasi sloganları
yasaklamak (ama Mısır için slogan atmak serbest) başka bir akıl dolu eylemdi.
İnsanların örgütsüz bir şekilde bir araya geldiğinde iktidara öfkesini
organizeymiş gibi sunması bizim muktediri çok rahatsız ediyor. Geçtiği yollara
serpiştirilen şakşakçılara alışınca bünye… Tabii…
Kafa ayık ama… Ona rağmen
olimpiyatları alamazsak bunun sorumlusu da Gezi eylemleri oldu. Sipariş edilmiş
bir bahane ve suçlama… Egemen Bağış’tan müthiş bir çıkış…
Dolayısıyla “Gezi eylemcileri
müebbetlik, olimpiyatları alamama ihtimalinin olası sebebi Gezi…” Yani Gezi de
Gezi… Dış mihrak da dış mihrak… Büyüyen Türkiye, küçülen hesaplar…
Ancak direniş artık içselleşti.
Şimdi hızlıca tepki oluşabiliyor. Her yerde…
Konserlerdeki durum mesela…
İnsanlar bir araya gelince direnişi özlüyor. Yapacak bir şey yok. Kaçacak da
yer yok… Ancak iktidar bu gibi yasaklarla direnişin temel sebeplerinden birini
de tekrarlamış oluyor. Direnişi kendi eliyle körüklüyor. Üniversitelere
seslenen başbakan, gençlerin hareketlerine engel olunması gerektiğini de
öğütlüyor. Bu da rektörleri kolluk kuvveti komiseri zannetmesi demek olabilir.
Bu kadar tek adam dayatması
yapılırken “diktatör değilim ben, halkımın hizmetkârıyım” diye her fırsatta
tekrarlıyor başbakan. Diktatör olsa sallandırırmış. E bir o kaldı zaten. Hizmetkâr
da değil ama. Hizmetkâr olsaydı böyle şeyler demezdi çünkü. En azından hiçbir hizmetkâr
hizmet ettiği kişileri “akıllı olun lan” türünden azarlamaz.
Ama diktatör olmak için illaki
sallandırmak gerekmiyor. Tek adam… Yetkilerin ve güçlerin tek elde toplanması…
Her konuda karar vermek… İnsanların nasıl yaşayacağını, nerede ve ne kadar
içeceğini belirlemek… “Nerede ve hangi sloganlarla protesto edileceğimizi de
biz iyi biliriz.”
Orada biri “diktatör değilim” mi
dedi?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder