Telefonla konuşurken ses
seviyesini görüşülen kişinin uzaklığına göre ayarlayan adamlar vardır. Telefon
icadına hâlen alışamamış yaş gruplarında görülse de genetik kodlamaya göre,
farklı yaşlarda insanlarda da görülebiliyor. Bizim apartmanda çoğu insanda var,
mesela. Öyle ki üst kat daire ve yan dairenin sakinlerinin telefon konuşma
sürelerini, kayıt altına alabilirim. Bu sayede mobil ve sabit telefon
şirketleri bu kişilerin görüşme sürelerini bana ulaşarak teyit edebilirler.
Tabii ki bir ücret karşılığında…
Uzakları yakın eden
telekomünikasyon teknolojisine rağmen, Van’daki akrabasıyla konuşan adam
ekstradan bağırma gereği duyabiliyor. Otobüslerde daha sık rastlarım. Hatta bir
keresinde otobüsün arkasında adam o kadar çok bağırıyordu ki, hattın diğer
tarafındaki kişiye yönelttiği “Sami Dayı nasıl?” sorusuna, ben kendi kendime,
sessizce “iyi, gözlerinden öper” diye cevap vermiştim ister istemez. Yanımdaki
teyzenin titreyerek zıpladığını fark edince de paniğe kapılmıştım. Meğer
gülüyormuş. Gülümseyerek kendisine dönüp baktım; ancak bu iletişim burada
bitmemişti. Bostancı – Taksim otobüsünün güzergâhı boyunca teyzenin gençlik
yıllarından başlayan ve o otobüse neden bindiğine uzanan bir öykü dinlemeye
maruz kalmıştım. Bunun sorumlusu ben miydim, yoksa arkada Van’daki akrabalarına
seslenen adam mıydı? Bilememiştim. Levent’te inip yolculuğa metroyla devam etme
kararı alarak teyzenin öyküsünü günün birinde roman yapmaya karar vermiştim.
Trafik o kadar sıkışıktı ki kadıncağız bütün hikâyesini anlatabilmeyi
başarmıştı. Muhabbet kuşu için Bostancı’da ballı yem bulamamıştı. O yüzden
Taksim’deki kardeşinin evine gidip ondan ödünç alarak geri dönecekti. Normal
kuşyemine bal karıştırmasını önermiştim, ama nafile… Gagasına yapışırmış kuşun.
Otobüsten inerken yakınları uzak eden İstanbul trafiğine güzel bir argo cümle
düşünmeden edememiştim tabii.
Hazır otobüsten konu açmışken,
“otobüste ayakta kalmama mücadelesi” isimli bir belgesel geçiriyorum aklımdan
şu an. İkili koltuklarda tek başına cam kenarına oturup etrafına şüpheyle bakan
kadınlar hep olur. Araçta tek boş yer burasıysa oraya oturmam da kaçınılmaz
olur. Ancak oturur oturmaz, kadının cam kenarına iyice yapışması ve normalde
kapladığının yarısı kadar yer kaplama çabası, görülmeye değer bir manzara…
Sanırsınız ki bir aralık bulup eriyerek otobüsü tahliye edecek. Ve bu endişe
bulaşıcıdır. Potansiyel tacizci muamelesinin sessiz uygulaması beni de gerer.
Ben de popomun yarısını dışarıda bırakarak oturmaya gayret ederim. Ancak ortada
bir boşluk oluşur ve burası da potansiyel bir boş yerdir. Otobüsün şoförü her
an dikiz aynasından bu boşluğu tespit edip ayaktaki bir yolcuyu buraya
yönlendirebilir. O durumda iki seçenek var: Biri; bu potansiyel tacizci
muamelesinin, kendimden şüphe etmeme neden olabilmesi. Bu da “Evet ya,
tacizciyim ben” kararı vermem ve otobüste terör estirmem, demek olacaktır.
İkincisi ve uygulayacağım seçenek derhal o koltuktan kalkıp bayrağı başkasına
devretmektir. Çoğu zaman yolculuğun sonunu getirmeden birkaç durak önce de
inebilirim. O da acil durum seçeneği… Çoğu şehir içi ulaşım çabam bu
sebeplerden sonuçlanamamıştır. “Benden size zarar gelmez. Ben zaten sizin
haklarınızı savunan bir insanım, hanımlar.” desem bu sorunu çözebilir miydim
acaba? Bilemedim.
Şehirlerarası yolculuklarda
yukarıda bahsettiğim sorunlar “bayan yanı” kavramı sayesinde çözülmüş gibi
duruyor. (‘Bayan’ kelimesini kullanmayı sevmem, ama buradaki kavram bu, diye
kullanıyorum.) Yine de bilet kesen kişi bir hata yapabilir. Otobüste bayan yanı
koltuk istemiş bir kadınla yan yana denk gelinebilir. Öyle bir olay yaşamıştım
üniversite yıllarında. Kadın otobüse binip yanındaki koltukta beni görünce
“burada erkek var” diye muavine seslenmişti. İlk tepkim “kadınlar günü mü
bugün?” olmuştu. Sanki hamamdı burası ve kadınlar günüydü. Ben de kurnanın
başında yarı çıplak kafamı duruluyordum. Kadın dönüp bana çemkirmeye başlayınca
zaten kafamdan aşağı kaynar sular boşaldığı için hamam hayalinden kurtulamamış
olsam da kendisine bagajda yolculuk yapmayı önermiş, hiçbir valizin ona el
süremeyeceğinin garantisini vermiştim. Üstelik benim valizim de yanımdaydı.
(Valizimden şüphe mi ediyordum?) Muavin beni en arkada kendine ayırdığı koltuğa
yönlendirerek durumu tatlıya bağlamıştı. Kadınsa iki koltuğu ortalayarak
oturarak mutlu ve mesut bir şekilde yolculuğuna başlayacaktı. Bense peştamalımı
ve hamam tasımı alıp şaşkın bakışlar eşliğinde en arka koltuğa doğru
yürüyecektim. Her şey normale dönmüş olacaktı.
İlişkilerdeki iletişimsizlik ve
bir türlü bir yerlere ulaşamama sorunları ve bunların travmatik yansımalarıydı
bahsettiğim. Ama bitmeli artık bu yazı. Biliyorum.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder