Gelişmiş tüm ülkelerin, artık
yavaş yavaş terk etmeyi tartıştığı ve hatta birçoğunun artık terk ettiği
nükleer enerji, gelişmemiş ülkeler için hala bir çıkış yolu olmakta… 3. Dünya
ülkesi olmaktan neredeyse kıvanç duyacak olan Türkiye, Dünya’nın nükleer enerji
çöplüğü olmak için en öndeki yerini alıyor.
Geçtiğimiz Mayıs ayında Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan, Pendik’te bir otelde düzenlenen Uluslararası İstanbul Akıllı
Şebekeler Kongresi’ne katılmış ve açılış konuşmasında nükleer enerjiyle ilgili
yaptıkları yatırımlara değinmişti. Kongrenin ‘adına yakışır’ şekilde bahsettiği
proje de ‘akıl’ doluydu.
Basında da yer almış habere
göre, Başbakan Erdoğan, iki nükleer santral ihalesini hatırlatarak "
Mersin Akkuyu'yu Rusya yapıyor. Sinop'a yapılacak ikinci santralde Japonya'yla
birlikte Türkiye'nin payı var. Üçüncü santralde Türkiye'nin payını artıracağız,
belki de onu biz yapacağız. Mühendis eğitimine başladık. Türkiye 10 yıl
öncesine göre iki kat elektrik üretiyor. Biz üçüncüyü yaparız” şeklinde
konuştu.
Bellek sahibi olmamanın
ceremesini toplumun tamamı çekmekteyken, Çernobil’in izleri her yıl
hatırlatılıyor olsa da akılda kalmıyor olsa gerek. Nükleer santralin bir ölüm
makinesi olduğunu anlamak için daha kaç Çernobil gerek acaba?
Tüm çağdaş ülkeler daha sağlıklı
enerji üretimine yönelirken, bir nükleer enerji çöplüğü haline gelmeyle nasıl
övünülür? İktidarın her icraatını ayakta alkışlamayı bir tik haline getirmiş
değerli Türkiye insanı, bunu da alkışlarken aslında neyi onayladığının farkında
mı?
Daha geçen yıl bu konuyu bir
arkadaşımla tartışırken bana söyledikleri çok çarpıcıydı. Aslında tam bir
devlet diliyle, iktidarın halkı ikna ederken kullanması kuvvetle muhtemel olan
ifadelerdi. “Artık nükleer enerji üretimiyle ilgili teknoloji gelişti. Sızıntı
ve patlama ihtimali daha az.” Bakın hele… Kısaca sormuştum. “Az derken?” Bir
patlama ve sızıntı tehlikesi hala var, demek oluyor bu. Bu demek oluyor ki
toplum sağlığı ve geleceği pamuk ipliğine bağlı…
Toplum sağlığı demişken, sahi siz
içki ve sigarayla mücadele ediyordunuz değil mi? Üstelik bu iki ürünün sağlığa
tehdit oluşturma olasılığıyla nükleer enerjinin tehdit oluşturması arasındaki
farkı da hiç görmeyerek… O zaman basit bir mantık yürütelim. Her gün içki içen
bir insan, ileriki yaşlarda ciddi sağlık sorunları yaşayabilir. Hatta ölebilir.
Ama ölmeyebilir de hastalığa neden olacak derecede içmiyor olabilir. Bir
nükleer santral sızıntı yaptığında ya da infilak ettiğinde kaç kişi ölür peki?
Nesiller boyunca nasıl bir tahribatı olur? Vücut içkiye sigaraya direndiği
gibi, nükleere direnebilir mi?
Öte yandan İsveç’in yaşadığı çok
önemli bir soruna dikkat çekmekte fayda var. İsveç’in çöpü bitmiş! Evet
efendim. Çünkü İsveç ülkedeki enerji ihtiyacını çöple sağlamakta. Bundan dolayı
Norveç’ten çöp satın alıyor. Ama bu bildiğiniz bir satın alma değil.
Karşılığında para alıyor İsveç. İşte bu ülke hem enerji üretimini daha akılcı bir
şekilde sağlıyor, hem çöp gibi bir atıktan kurtuluyor; hem de başka ülkelerden
çöp alarak bir de para kazanıyor. Buyurun.
Daha güneş enerjisi var, rüzgâr
enerjisi var. Bak bir de çöp varmış. Düşecek diye uçağa binmeyecek miyiz?
Patlayacak diye tüp almayacak mıyız? Değil mi canım?
Gelişmiş ülkeler çöpünü enerjiye
çevirirken, Türkiye Dünya’nın nükleer çöplüğü haline getiriliyor. Tekrar
sormakta fayda var. Daha kaç Çernobil gerek?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder