Kadın ve erkeğin birbirinden
vazgeçmesi, yaşamın doğal işleyişine de aykırı bir durum olurdu. Birbirine
kızar, birbirini anlamaz; ama birbirleri olmadan da yaşayamazlar. Bunu
yadsıyamayız.
Bu iki cinsin birbiriyle olan bu
tarihi çekişmesinin ve birlikteliğinin kopması mümkün değilken, tipik kadın ve
tipik erkek maddeleri yine de havada uçuşur. Kadının kötü yönleri, bunların
haklı sebepleri yokmuş gibi, suçlayıcı ve de aşağılayıcı bir şekilde
aktarılırken, aynı şey erkekler için de yapılır. “Kadın milleti işte, hepsi
aynı” ve “erkek değil mi? Hepsinin köküne kibrit suyu” başlığı altında,
klişelere boğuluruz.
Ama dedim ya, bu söylemlerin
iletişim sorunlarının çözümüne değil, sorunların kemikleşmesine katkısı oluyor.
Maddeler halinde sıralanan ve bu iki cinsin tipik özellikleri olarak gösterilen
şeylerin hepsinin bir sebebi var.
Erkeğin cinsellik düşkünü olarak
görüldüğünü, kendine gülümseyen her kadını yatağa atmak isteyen bir yaratık
olduğunu düşünüyorsanız, ta çocukluğunda, babasının ve amcalarının onun pipisiyle
gururlanmış olduğunu bilmekte de fayda var. O pipi işte, onun varoluşunun bir
sembolü haline geldiğinde yetişkinliği de böyle oluyor erkeğin. İşin garibi, o
erkek eczaneye ya da süpermarkete gidip kondom istemeye de çekinir. Cinselliğe
bu kadar düşkün, ama onun için gerekli malzemeleri temin edemiyor. Sırf bu
yüzden sektör bir marka geliştirdi. Adı da “Şey” Eczaneye gidip “şey alabilir
miyim? E şey…” dediğinde, şıp diye anlaşılsın diye. İşin bir yönü bu…
Erkek egemen toplumda yaşıyoruz.
Bu doğru… Ben bir erkek olarak toplumun dayattığı “egemen ol” çağrısını geri
çevirebilmiş şanslılardanım. Erkek egemenliğinde, siz zannediyor musunuz ki
erkek bu baştanbaşa sorumlulukla donatılmış rolü gönüllü olarak kabulleniyor?
Daha bebekken annesi ona sarılıp, onu öptüğünde sakinleşip yelkenleri suya
indiren erkeğin, kadından üstün olduğunu düşünmesine neden olan sistem, aslında
güçlü olanın egemenliğini dayatır. Ve o güç, tarih boyunca anaerkil toplumlarda
da tam tersi gözlemlenmiştir. Dolayısıyla, bütün bu egemenlik savaşının
temelinde savaşçı ruh yatar. Toplumdaki savaşçı, kabileyi koruyan cins hangisiyse
onun borusu öter. Konunun özeti erkek, “ben egemenim, ezmeye geliyorum” demez.
Ona toplumun biçtiği roller vardır. Ve o rolü üstlenmek zorunda kalır. İşte bu
rollerin baskısı yüzünden çoğu da şiddete yönelir.
Elbette ki kadına yönelik şiddeti
haklı çıkarmaya çalışmıyorum. Ben sadece asıl tedavi edilmeyi bekleyen yarayı
işaret etmeye çalışıyorum. Şiddetin asıl nedeni kadını ezme isteği değil,
‘güçsüzün ezilmesi kuralıdır.’
Yine erkek, ağladığında “erkek
adam ağlamaz” diye annesi tarafından azarlanıyorsa, büyüdüğünde ‘odun,’ daha
düzgün bir ifadeyle duygusuz olarak etiketlenir. Çok gülerse de “karı gibi
gülme” diye kendisine kızılır. Büyüyünce ne olacak sonra adam?
Şimdi de gelelim kadına… Kadın
dedikodu yapan, zengin koca arayan, dırdır eden, tüketmekten başka bir şey
yapmayan bir cins midir? Değildir elbette. O da daha küçük yaşta üstüne roller
alır. Anne olmaktır biri. Bunun için de evde oturmaya programlanır. Erkek ona
bakacaktır. Doğuracağı çocuklara güzel bir gelecek hazırlayacaktır. Dolayısıyla
zengin olmalıdır erkek, izninizle. Bu görev de kadının bilinçle seçtiği bir
görev değildir. Birçok kadın var. Bu etikete direnip özgürleşebilmiş…
Dedikodu meselesi de var. Ben
hayatım boyunca tanıdığım kadınların yaptığı dedikodunun toplamını, bir gün
içinde iki erkekten dinledim mesela. Mahallenin kızının erkek arkadaşıyla
gezinmesi en çok kahvehanelerin gündemidir. Bir “mesela” daha... Hoop, bir tez
daha böylelikle çürümüş oldu.
Kadının güzel görünmesi
gerektiğini düşünmek de ayrı bir mesele. Ağda yapmalı, saçını yaptırmalı,
makyaj yapmalı… Bütün bu baskılarla yaşar kadın. Bunları sadece kendini mutlu
etmek için yapan kadınlar dışında, çoğu beğenilmesi gerektiğine inandırıldığı
için kendine bakar. Var olması yetersiz sayılır. İşte o yüzden birini bulup
evlendikten sonra, çocuk da yapınca kendini salabilir tabiri caizse. E ne
olacaktı?
İletişimdeki sorunların çözümü
işte bütün bu biçilmiş görevleri tespit etmekle mümkün… Ve emin olunuz ki ne
erkek, ne de kadın bu görevleri gönüllü bir şekilde üstlenmiyor. Bunları
değiştirmek mümkün… Bunları birbirimizi anlayarak değiştireceğiz.
Ve yazımı kendi halinde bir
trompetçi olarak, özel repertuarımdan “When I Fall in Love” isimli bir parçayla
bitiriyorum. Nerede çalacağımı söylemeyeyim. Etkinlik davetine girer. Sevgiyle…
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder