Spor Haberleri

Köşe Yazıları

3 Ağustos 2013 Cumartesi

Bu Coğrafyada Kadını Gömmek

Kadın, ataerkil toplumun bir namus nişanesi olarak algılanır. Ne giyeceği, ne iş yapacağı ve nerelere gidip, nerelerde gezeceği önceden belirlenmiştir. Her türlü cinsel kısıtlamalar onun üzerinde uygulanır. Erkek çocuk çok sayıda kız arkadaşa sahip olunca böbürlenilir de kız çocuk okulda erkekle aynı sırada dahi oturmasın, diye elden gelen yapılır.

Böyle bir ortamda büyür kadın. Umutları, arzuları örselenmiş, törpülenmiş ve ‘ideal eş’ olarak geleceğe hazırlanmıştır. Bütün bu kalıpların dışındaki kadın ise, hep saldırıya uğrar. Tecavüze uğrarsa, erkeği ‘tahrik’ ettiğine kanaat getirilir. Patrona başkaldırıp işten atılırsa, fitnecilikle suçlanır. Kocasından dayak yerse, cazgırlıkla…

Kadın kendisine biçilen kalıba girmediğinde, eşinden boşandığı zaman çocuklarının velayetini bile alamayabilir. Televizyon dizilerinde de görürüz. Sosyal hayatı olmayan, evine bağlı, kocasına itaat eden kadın, fedakâr ve namuslu olarak sunulurken, bütün kötü kadın karakterleri, kalıpların dışındaki profiller olarak gösterilir. Bu da topluma yansır tabii ki. Verileni olduğu gibi alırız çünkü. Ya da toplum öyle olduğu için, televizyonlar ayna gibi bize yansıtır. Kısacası bu, bir kısır döngüdür.

Çok sayıda erkek arkadaşı olan kadınlar da  ‘namussuz’ sayılır. Hatta o erkek arkadaşlarından bazıları bile, bir yolunu bulup onu yatağa atmak ister. Ne de olsa o yolun yolcusudur! Dolayısıyla kadının toplum içinde bir sosyal hayatı olamaz. O yüzden evlenip çocuk sahibi olmuş kadın, ideal bir profil ve genç kızların önünde rol modeldir. Artık tek başına tatile çıkmış “özgür kız” karakterleri de tarihe karışmıştır. Reklamlara bir bakın. Bütün kadın karakterler, evli ve çocukludur. Ve hep evdedir. İşte bu da bir yansıma ya da bir dayatmadır.

2011 yılının Şubat ayında Defne Joy Foster’ın ölümünü hatırlayalım. Ölümünden sonra çıkan haberleri, yapılan yorumlara bir gözden geçirdiğinizde, kadının nasıl algılandığını, kalıbın dışında olduğunda nasıl görüldüğünü anlayabilirsiniz.

Bilmedikleri ve görmedikleri halde, bir kadının bir erkek arkadaşının evine gitmesinden, o erkeğin evinde ölmesinin sebeplerine varıncaya kadar kirli yorumlara tanık olduk. Bunlardan en yaralayıcı olanı ismi lazım değil bir ‘zat-ı şahanenin’ “su testisi, su yolunda kırılır” yorumuydu. Ve diğer ‘beyefendilerin’ üstüne tuz-biber yorumları…

“Size ne?” dedikçe coşan, coştukça saçmalayan adamları gördük; anladık ki kadın, kalıpların dışında bir sosyal hayata ve tercihe sahip olduğunda, potansiyel ‘suçlu’ olarak algılanmaktaydı. Tanık olmadıkları bir durumu saçma sapan değerlendirirken, ölünün arkasından kötü konuşmama terbiyesini bile bir kenara bırakıyorlardı. Bir katil öldükten sonra, onun peşinden yas tutabilen “maço tayfa,” kadının ölümünün ardından, önce nerede öldüğünü ve kadının medeni durumunu araştırıyor ve duruma göre yaftalamasını yapıyordu. Tanımadıkları birinin cenazesinde merhumu iyi bildiğini haykıran cemaat, merhumeleri böyle kategorize ediyordu işte. Ve Defne’yi de insan gibi uğurlayamadı.

İslam coğrafyasında da durum farklı değil elbette. Hatta devlet eliyle pek çok insanlık dışı uygulama söz konusu…

İçinde bulunduğumuz yılın Mart ayında Fas’ta tecavüze uğrayıp dövülen 16 yaşındaki Amina, Fas ceza yasasının 475. maddesine göre tecavüzcüsüyle evlendirilmişti. Çok geçmeden yasaların kendisine dayattığı bu haksızlığa karşı tek seçenek olarak canına kıymıştı Amina. Bu olay sonucu da Fas’ta pek çok sivil toplum kuruluşu meydanlarda 475. maddenin tümüyle kaldırılması için mücadele vermeye başlamıştı.

Bu coğrafyada tecavüze uğrayan bir kadın, hangi yaşta olduğuna bakılmaksızın, türlü önyargılarla fişlenir. Ve tecavüze uğradığı için neredeyse kadın yargılanacaktır. Öyle ki 475. madde gibi maddeler dolaylı da olsa kadını yargılar ve mahkûm eder. Ülkemizde de benzer uygulamalar töre tarafından emredilir. Ayrıca HSYK tarafından da Fas’taki 475. maddenin aynısı önerilmişti. Toplum kafasına baktığınızda ise ‘namusun’ temizlenmesinde çok önemli bir çözüm(!)

Her alanda erkek egemenliğini dayatan sistem, kadını hep baskı altında tutarken, kadına yönelik işlenen suçlarda yine kadını yargılayabiliyor. Kurulan mahkemelerde, sanık sandalyesinde oturan erkeği kurtaracak önlemler üzerine konuşuluyor, kadının acısı her geçen gün daha çok artıyor. Yara derinleşiyor.


Ülkemizde de gördüğümüz töre cinayetlerinde olduğu gibi… Acı çeken, yaralanan, mutsuzluğa mahkûm edilen ve sonunda ölüme koşan hep Aminalar oluyor. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder