Türkiye’de yeteneğe dayalı
yarışma programlarının başlangıcı, televizyon yapımı olarak “İner misin Çıkar
mısın” programı sayılır. Rahmetli Boran Kaya’nın sunduğu program, sadece
yeteneğin ön planda olduğu, herhangi bir sansasyonel diyalogun yaşanmadığı bir
programdı. Amacına uygundu. Programın sonuçları da tatmin ediciydi.
Yeteneğini sergileyen yarışmacı,
bir platform üzerinde duruyor. Stüdyo izleyicilerinin alkışına göre ya aşağı
iniyor ya da yukarı yükseliyor platform. İyi ve kötü olan performans alkışla
belirleniyor. Sahne sanatlarının da temel besin kaynağı olan alkış, bu anlamda
da bir yetenek yarışması kriteri olarak değerlendirilmiş oluyor.
Programdaki çoğu performans, kuru
kuruya bir özgüvenin ürünü olsa da iyi performanslarla da tanışma şansı yakalamıştık.
Bu yeteneklerden en uzun solukluları ve kariyer basamaklarını çıkabilme şansı
bulabilmiş olanlar, sinemada başarılı komedilere imza atan Şafak Sezer ile
televizyonda komedi dizilerinin yetenekli ismi Hakan Yılmaz’dı. Tabii ki tüm
iyi performans sahiplerinin bu kariyere ulaşması beklenemez. Çünkü bu işlerde
yetenek dışında başka bazı faktörlere de ihtiyacınız var. Öyle ki yetenek
sahibi olmayarak, sıradan olduğu halde kariyer elde etmiş insanlar var eğlence
hayatında. Neyse…
Sözün kısası, yetenek yarışmalarının
ulusal televizyonlardaki ilk temsilcisi “İner misin Çıkar mısın” hem amacını,
hem de dozunu aşmadan başarılı bir seyir izlemişti. Ancak günümüze geldiğimizde
yetenek yarışmaları mantığı bir kırılma yaşadı. Bu kırılmanın sebepleri neydi
peki?
Efendim, ele avuca
sığdıramadığımız, pek değerli sistemin, toplumları günlük yaşamın sorunlarından
‘sıyırmak’ için körüklediği içi boşaltılmış magazin programı anlayışı,
kişilerin özel hayatının didiklenmesi ve bunun izleyici önüne sunulması
eğilimini doğurdu. “Bunun yetenek yarışmalarıyla ne alakası vardı ki şimdi?”
dediğini duyar gibiyim sevgili okuyucu. Ama aslında tam da bunun açtığı yolla
ilgili bir giriş oldu.
İnsanların, ünlülerin özel
yaşamını merak etmesini bir ölçüde anlayabilirdik. Ama bu merak ve birilerinin
hakkından konuşma eğilimi, “ünlü olmayan insanların da hayatları televizyon
konusu olabilir” düşüncesine ulaştı. Batı çıkışlı bu fikrin Türkiye’de kabul
edilmesi çok zor değildi. Önce ‘karakterlerin’ yarıştırıldığı “Biri Bizi
Gözetliyor” programı, izleyicinin günlük yaşantısını ele geçirecek ölçüde
televizyon dünyasına girdi. Sonra buradaki anlayış, yetenek yarışmalarının da
temeline yerleşti. Yetenekten ziyade, yarışmacının özel hayatı önemsendi. Özel
hayatına göre fanatikleri oluştu. Mesela Popstar programında söyledikleri
şarkıdan çok, söyledikleri sözler hakkında konuşuldu.
Jüri üyelerinin önceden
belirlenmiş rolleri, yarışmacıların sansasyon çabası ve yine özel yaşamları,
çoğu zaman yeteneklerinin önüne geçti. Ve biz bu programlar sayesinde
yetenekten anlaşılanın sıradanlık, zekâdan anlaşılanın da ukalalık olduğunu
anlamış olduk. Bugün bile bu tanımlar net değil.
Yukarıda bahsettiğim gibi bu
programların bu denli özel yaşama yönelik hale gelmiş olması içeriği ciddi
anlamda boşaltmaya başlamıştı.
İçeriğin biraz daha dolu hale
gelmesi de aslında “Yetenek Sizsiniz Türkiye” programıyla oldu. Ancak, içeriğin
bir ölçüde dolmuş olması, yetenek konusundan anlaşılanı yükseltmeye yetmiyor.
Ve elbette gerçekten “vay be” derecesindeki yetenekler, sonuç olarak zirveyle
ödüllendirilmiyor. Şova yönelik ve para edecek işler, aslında bir yetenekçik
dahi olsa yukarılara taşınabiliyor.
Bir de “O Ses Türkiye” var.
Sesler yarışıyor. Ve evet iyi sesler de var. Kuru kuruya özgüvenler de var. Ama
yine de formatın önceden yazılmış çizilmiş gidişatları da var, gibi görünüyor
bana. Tıpkı geçenlerde izlediğim bir bölümünde Hadise’nin yarışmacıyı fırçalaması
öyle tınladı biraz.
Ama tabi bu bir süreçse, bu
süreci Acun Ilıcalı iyi değerlendiriyor. Tüm dünyada içerik anlamında yenilik
peşinde koşulurken, Acun Ilıcalı da süreci iyi takip ediyor. Biraz ellerini
çabuk tutmalılar. Çünkü hemen herkes, istedikleri televizyon programı
formatını, bugün çok da pahalı olmayan dijital yollarla ve internet ortamında
bulmaya başladı.
Safi yeteneğe dayalı program
“İner misin Çıkar mısın” yarışmasından sonra, ciddi anlamda kalite kaybeden
yetenek yarışmaları bir parça toparlanışa geçti son zamanlarda. Ancak Fox TV’de
yayınlanan “İmkânsız Karaoke” nedir öyle? Şarkı söyleyen yarışmacıyı böceklerin
içine sokuyorlar, yarışmacının üzerine köpek salıyorlar, yılan sevdiriyorlar,
erkek yarışmacıya ağda yapıyorlar. O sırada şarkısını nasıl söylüyor,
bitirebiliyor mu, ona göre değerlendirme yapıyorlar. Eğer bu program tutarsa
“televizyona böcek dadandı” diye ilaçlama servisi çağırabiliriz.
Genellikle bu tip yarışmalara
katılanlar eleştirilir. Popüler olma çabası iyi sonuçlar doğurmuyor çünkü. Ama
aslında sorun, o yarışmaya katılanların hatalı olup olmaması değil… Hızla
tüketim yapılan bu sistemde, ortalığı sallamış kaç ‘yetenek’ geçti! Hani?
Tüketim çarkında çoktan sindirilip boşaltıldı birçoğu. Ve böyle devam ederse,
hep de öyle olacak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder